Bugün İslam ümmetinin yüzde yirmisi Türk’tür. Fakat yeryüzünde bugüne kadar Peygambere yazılmış şiirlerin yüzde sekseni Türkçedir. Peygamber adını çocuklarına en çok koyanlar yine Türklerdir. Üstelik Türkler askerlerini bile onun adıyla anarlar: ‘Mehmet’çik derler. Türkler Peygamberlerini çok sevdiler, yaşadılar, yaşattılar. Peki, sevgili Peygamberimiz pek çok millet hakkında bilgi verirken acaba biz Türkleri de tanımış ve tanıtmış mıydı?
Etrafında Süheyb-i Rumi gibi Rum, Selman-ı Farisi gibi İranlı, Şuayip gibi İtalyan, Bilal gibi Habeşli... olduğuna göre, arkadaşları arasında Türk de bulunmuş mudur? Elbette bulunmamasının bir kaybı, ya da bulunmasının bir kazancı olduğundan sormuyoruz bu soruyu. Çünkü O, “ameli geri bırakanı soyu sopu bir yere götüremez” diyen ve soy övünmeciliğinin anlamsızlığını insanlığa öğreten bir rehberdi. Kendi öz kızı dahi soyundan dolayı bir imtiyaz görmemişti.
Fakat peygamber sevgisi iliklerine bu denli sinmiş bir milletin onun yakınında akrabalarının bulunduğunu bilmesi de bir sevinç nedeni olabilir. Bugüne kadar üzerinde pek durulmamış bu konuya biraz değinmekte fayda olduğunu düşünüyor, asıl çabayı konunun uzmanlarından bekliyoruz. İnşAllah...
İslâm Dinini, İslâm Dünyası'nı Araplar ideolojik olarak sahiplenme gibi bir misyon benimsemişlerdir. Oysa İslâm Dini alemlere rahmettir. İns'e ve Cin'se gelmiştir, hiçbir ayrım yapmadan.
Araştırmacı yazar Oktan Keleş'ten alıntıdır....
Şimdi mânâ sırlarından bir ifşa:
Bu öyle bir sır ki, aynı zamanda suret aleminden de bir delil sunacağız. Önce bilinen meşhur bir vâkıa'yı anlatalım:
Peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV) Mekke'yi feth etmiş, o gün Kâbe'deki putları kırmış ve Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini istemiştir. Kâbe'nin anahtarları, o an içim müşrik olan, Osman Bin Talhâ'dadır. Mekke'nin fethî 11 Ocak 630 tarihidir.
Peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV) Mekke'yi feth ettiğinde; uyuyanı uyandırmamış, ağaç kestirmemiş, kapıları zorlatmamış, çoluk çocuğa dokundurtmamış kısacası zorbalık yaptırmamıştır. Zorla kimseyi Müslüman yapmamıştır. Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle "Sen tebliğ et" emrini uygulamıştır. Allah'ın emri dışında hareket etmemiştir. İslâm dini : "Ey insanlar!" hitabıyla tüm insanlığa davet dinidir.
Şimdi tekrar konumuza dönelim:
Peygamber Efendimiz (SAV) Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini ister. Bu görevi bilindiği gibi Hz. Ali''ye verir.
Hz.Ali emir üzerine gider, Osman Bin Talhâ'yı bulur. Anahtarları ister. Osman Bin Talhâ anahtarları vermeyi kabul etmez. "Kâbe'nin anahtarlarının yıllardır kendi soylarında olduğunu ve Hz.Muhammed (SAV)'in peygamberliğine inanmadığını" söyler. Hz. Ali ısrar eder. Çünkü 'emri' Peygamber Efendimiz (SAV)'den almıştır. Ne pahasına olursa olsun 'emri' yerine getirmek istemektedir. Hz. Ali, Osman Bin Talhâ'nın elini sıkar, canını yakarak anahtarları zorla elinden alır.
Hz. Ali, anahtarları alarak, Peygamber Efendimiz (SAV)'in yanına gelir. Hz. Peygamber (SAV)'e anahtarları uzatır. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) anahtarları Hz. Ali'den teslim alır. Ve şaşılacak bir şeklide Hz.Ali'ye tekrar anahtarları Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) geri verir ve şöyle buyurur: "Ali, bu anahtarları git Osman Bin Talhâ'ya teslim et" der. Hz.Ali şaşırır ve sorar:
" Ey Allah'ın Resulü (SAV), az önce emrinizle gittim, anahtarları aldım, getirdim size teslim ettim. Şimdi de emrinizle aynı şahsa anahtarları teslim etmemi emir buyurdunuz. Bunun hikmeti nedir ki?" diye sorar. Peygamber Efendimiz (SAV) bir çok sahabenin yanında şu ibret verici sözleri söyler:
"Ya Ali, sen anahtarları yolda bana getirirken, Yüce Allah, dostum Cibril ile bana vahiy gönderdi: "EMANETİ EHLİNE VERİNİZ! "
Kâbe'nin anahtarları uzun yıllardır Osman Bin Talhâ ve soyundadır. Onlar Kâbe'nin nasıl temizleneceğini, nasıl sahip çıkılacağını çok iyi bilirler. Emanetin ehilleri onlardır. Bu Allah buyruğudur: "Git ve teslim et!" Hz. Ali bu emir üzerine hemen geri döner ve Osman Bin Talhâ'yı bulur ve anahtarları eliyle Osman Bin Talhâ'nın eline uzatır. Bu sefer şaşırma sırası Osman Bin Talhâ'dadır. Anahtarları alır ve sorar:
" Ya Ali, az önce anahtarları elimden zorla alan sen değil miydin? Niye geri getirdin?" der. Hz.Ali olanları anlatır: "Bu konuyla ilgili Peygamber Efendimiz (SAV)'e Ayet geldiğini, Peygamberimizin (SAV)'de anahtarları geri yolladığını" söyler. Osman Bin Talhâ, müşrik iken bu hadise üzerine koşa koşa Peygamber Efendimiz (SAV)'in yanına varır ve Efendimizin (SAV) şahitliğinde Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olur
Hz. Osman Bin Talhâ Kimdir?
Bütün Arap kaynaklarında Süreyc kabilesinden bahsedilir. Süreyclilerin Orta Asya'dan gelen Türkler olduğu, Arap tarihçilerinin eserlerinde de geçmektedir. "Ubeydullah Türk'tü" derler. Ubeydullah Süreyc kabilesindendir. Bu sülâlenin mesleği kılıç ustalığıdır. Bu aile Orta Asya'dan Anadolu'ya, oradan da Mekke'ye kervanlarla gitmişler ve Mekke'ye yerleşmişlerdir. Tıpkı Selman Farisi örneğinde olduğu gibi. Selman Farisi, İran'dan kalkıp Anadolu'ya gelmiş, burada birkaç yıl kaldıktan sonra Mekke'ye gitmiştir.
Bu konuda kaynak verecek olursak: 897-960 yıllarında yaşamış olan tabakât bilginlerinden Ebü'l-Ferec el-Isfahânî yazmış olduğu Ağani isimli esrede Sureyclilerden bahseder ve ; " Ubeydullah'ın babası Türk idi." Demektedir. (El Ağani 1.B.245)
Yine pek çok Arap tarihçisi; Türk kılıçlarını uzun uzun anlatmışlar ve övmüşlerdir. Sureyc'de Mekke'de bir Türk demirci ustasıydı. Kılıç yapmasıyla meşhurdu. Osman Bir Talhâ Sureyc'in torunlarından olup, bu aileye mensuptur. Sureyc kelimesi Arapça'da esserc kelimesinden alınmıştır. Aslında biraz lakabî bir isimdir. Daha sonra es-sureyciyat diye anılmış, manası ise, Sureyc tarafından imal edilmiş kılıçlar demektir. Çarşı ve pazarda kılıçlar bu isimle satılmıştır. O dönemde, herkes bu kılıçlara sahip olmak istemektedir. ( Kaynaklar: Sıhhaül Arabia, Tali.a.attar.Mısır 1956 1.sh. 322; İbn-i Mansur Erbil Fazl Cemaleddin, Risatül Arap Bulak 1300.III. Sh. 122; El Yesui.l.M El Müncid. Sh. 339, Ayrıca bu konuda Prof.Dr.Zekeriya Kitapçı'nın, 'Saadet Asrında Türkler İlk Türk Sahabe Tabii ve Tebea Tabiileri' kitabına bakılabilir.)
Netice itibarıyla; Osman Bin Talhâ Orta Asyalı bir Türk soyundandır. Ve kılıç ustasının torunudur. Peki burada anlatmak istediğimiz nedir?
Burada anlatmak istediğimiz, Kâbe'nin anahtarları: Allah'ın 'emri', Peygamber Efendimizin (SAV) tatbiki ve Hz.Ali Efendimizin eliyle, Türk olan Osman Bin Talhâ'ya verilmiştir. Bunun manadaki karşılığı,
“Kâbe'nin anahtarları: KIYAMETE KADAR TÜRK'LERDEDİR. ”
Şimdi bilinmeyen bir başka sırrı delilleriyle ortaya koyalım inşallah:
MUKADDES EMANETLER VE HZ.OSMAN'IN KILICI
Bilindiği üzere Mukaddes Emanetler, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sonucunda İstanbul'a getirilmiştir. Bu emanetler içersinde Hz. Osman'ın kılıcı da vardır. Şimdiye kadar bilinen budur. Oysa şimdi ilk defa bir gerçeği, Hz. Osman'ın kılıcı ile ilgili gerçeği Allah'ın izni ile açıklıyoruz;
Hz. Osman'ın, Topkapı Saray'ı Mukaddes Emanetler bölümüne sergilenen bir kılıcı vardır ki, aslında bu kılıç, Yavuz Sultan Selim'in, Mısır Seferi sonucunda getirilen emanetlerle birlikte İstanbul'a gelmemiştir.
Bu kılıç, daha Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan önce, Hz. Osman döneminden, Ertuğrul Gazi'nin eline Şeyh Edebali kanalıyla "kutsal bir işaret" olarak teslim edilmiştir. Şeyh Edebali'nin eline geliş silsilesi ise: Sultan Seyyid Hoca Ahmed Yesevi tarafından onu takip eden halifeleri vasıtasıyla ulaşmıştır;
Konuyu biraz açalım: Ertuğrul Gazi, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu, Osman Bey'in babasıdır. Şeyh Edebali ise, Osman Bey'in kayınpederidir. Osman Bey'in gerçek ismi Orhun'dur. ( Bu isim de ilk defa açıklanmaktadır) Kayı Boyu'nun, o günkü tüm isimlerine baktığımızda, bir tane bile Arap kökenli isim göremezsiniz. Ertuğrul Gazi, Alp Arslan, Konuralp vs…
Peki Orhun ismi, nasıl olmuş da Osman olmuştur? Osmanlı Tarih araştırmacılarının en çok sordukları ve cevabını aradıkları bu sorunun cevabını inşallah biz verelim:
İşte bu konuda şimdiye kadar gizlenen sır:
Şeyh Edebali bizzat Orhun'a : " Bundan sonra senin ismin Osman olsun, soyun bu isimle anılsın" demiştir. Hz. Osman'ın o kılıcının "mânâ sırlarını" Osman Bey'e söyleyerek teslim etmiştir. Sanıldığı gibi bu kılıç, Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferinden dönüşte getirdiği kutsal emanetler içersinde gelmemiştir.
İşte delili:
Kılıç ustası Ubeydullah ve Sureyc kabilesinden bahsettik. Ubeydullah Arap ismi taşımasına rağmen Türk'tü.
Bu kılıcı, bizzat kılıç ustası Türk Sahâbî yapmış Hz. Osman'a hediye etmiştir. Dünya ve Türk tarihinde ilk defa bu konudaki delili sunuyoruz:
( bu resimde bulunduğu yer işaretlenmiştir)
**
Topkapı Müzesi'nde gidip gördüğünüzde kılıcın üzerindeki KAYI BOYU'NUN işareti dikkatinizi çekecektir. Kayı Boyu'nun damgası kılıç üzerinde durmaktadır. Çıplak gözle net bir şekilde görülmektedir. Çünkü bu kılıcın ustası Kayı Boyun'dandır.
Kayı Boyu'nu işareti:
(Türk damgalarının M.Ö. 5000'li yıllarda ortaya çıktığı delilleri ile beraber mevcuttur.Ve burada da Kayı Boyu'na ait damganın benzerine rastlanmaktadır.)
Hz. Osman'dan, Osman Bin Talhâ'ya geçip, oradan da Hoca Ahmed Yesevî'ye emanet edilmiştir.(Aradaki detayları anlatmıyoruz….)
Daha sonra bu kılıç, Hoca Ahmed Yesevî silsilesi yoluyla Şeyh Edebali'ye gelmiş ve 'sırları ile beraber Osman Bey'e teslim edilmiştir.
Orhun'un Osman olmasının sırrı bu kılıç ile beraberdir. Nitekim, Osman Gazi'nin oğlunun ismi de yine Türk ismi Orhan'dır.
Kayı Boyu'nun kılıcı; Mekke'de dövülmüş, Hz. Osman'a teslim edilmiş, Hz. Osman'dan Osman Bin Talhâ'ya geçmiş ve Osman Bey'e ulaşmıştır. Yani tekrar Kayı Boyu'na, ait olduğu yere dönmüştür.
Şimdi bunun izahını bize yapsınlar. Şimdiye kadar, iddia edildiği şekilde bu kılıç Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden dönüşte getirilen Mukaddes Emanetlerin içersinde gelmişse, bu kılıcın üzerinde Kayı Boyu'nun işareti ne aramaktadır?
Horasan Erenleri'nin ve Melâmîlerin Piri, Hoca Ahmed Yesevî'ye selâm olsun!
Bu sırrı ifşa etmeyi sebep kılan Allah'a hamd olsun!
İslâm'ın Sancaktarı Türk Milletini, Türk Devletini ve Türk Ordusunu muzaffer kılsın! (AMİN)
Saygılarımla;
Etrafında Süheyb-i Rumi gibi Rum, Selman-ı Farisi gibi İranlı, Şuayip gibi İtalyan, Bilal gibi Habeşli... olduğuna göre, arkadaşları arasında Türk de bulunmuş mudur? Elbette bulunmamasının bir kaybı, ya da bulunmasının bir kazancı olduğundan sormuyoruz bu soruyu. Çünkü O, “ameli geri bırakanı soyu sopu bir yere götüremez” diyen ve soy övünmeciliğinin anlamsızlığını insanlığa öğreten bir rehberdi. Kendi öz kızı dahi soyundan dolayı bir imtiyaz görmemişti.
Fakat peygamber sevgisi iliklerine bu denli sinmiş bir milletin onun yakınında akrabalarının bulunduğunu bilmesi de bir sevinç nedeni olabilir. Bugüne kadar üzerinde pek durulmamış bu konuya biraz değinmekte fayda olduğunu düşünüyor, asıl çabayı konunun uzmanlarından bekliyoruz. İnşAllah...
İslâm Dinini, İslâm Dünyası'nı Araplar ideolojik olarak sahiplenme gibi bir misyon benimsemişlerdir. Oysa İslâm Dini alemlere rahmettir. İns'e ve Cin'se gelmiştir, hiçbir ayrım yapmadan.
Araştırmacı yazar Oktan Keleş'ten alıntıdır....
Şimdi mânâ sırlarından bir ifşa:
Bu öyle bir sır ki, aynı zamanda suret aleminden de bir delil sunacağız. Önce bilinen meşhur bir vâkıa'yı anlatalım:
Peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV) Mekke'yi feth etmiş, o gün Kâbe'deki putları kırmış ve Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini istemiştir. Kâbe'nin anahtarları, o an içim müşrik olan, Osman Bin Talhâ'dadır. Mekke'nin fethî 11 Ocak 630 tarihidir.
Peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV) Mekke'yi feth ettiğinde; uyuyanı uyandırmamış, ağaç kestirmemiş, kapıları zorlatmamış, çoluk çocuğa dokundurtmamış kısacası zorbalık yaptırmamıştır. Zorla kimseyi Müslüman yapmamıştır. Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle "Sen tebliğ et" emrini uygulamıştır. Allah'ın emri dışında hareket etmemiştir. İslâm dini : "Ey insanlar!" hitabıyla tüm insanlığa davet dinidir.
Şimdi tekrar konumuza dönelim:
Peygamber Efendimiz (SAV) Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini ister. Bu görevi bilindiği gibi Hz. Ali''ye verir.
Hz.Ali emir üzerine gider, Osman Bin Talhâ'yı bulur. Anahtarları ister. Osman Bin Talhâ anahtarları vermeyi kabul etmez. "Kâbe'nin anahtarlarının yıllardır kendi soylarında olduğunu ve Hz.Muhammed (SAV)'in peygamberliğine inanmadığını" söyler. Hz. Ali ısrar eder. Çünkü 'emri' Peygamber Efendimiz (SAV)'den almıştır. Ne pahasına olursa olsun 'emri' yerine getirmek istemektedir. Hz. Ali, Osman Bin Talhâ'nın elini sıkar, canını yakarak anahtarları zorla elinden alır.
Hz. Ali, anahtarları alarak, Peygamber Efendimiz (SAV)'in yanına gelir. Hz. Peygamber (SAV)'e anahtarları uzatır. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) anahtarları Hz. Ali'den teslim alır. Ve şaşılacak bir şeklide Hz.Ali'ye tekrar anahtarları Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) geri verir ve şöyle buyurur: "Ali, bu anahtarları git Osman Bin Talhâ'ya teslim et" der. Hz.Ali şaşırır ve sorar:
" Ey Allah'ın Resulü (SAV), az önce emrinizle gittim, anahtarları aldım, getirdim size teslim ettim. Şimdi de emrinizle aynı şahsa anahtarları teslim etmemi emir buyurdunuz. Bunun hikmeti nedir ki?" diye sorar. Peygamber Efendimiz (SAV) bir çok sahabenin yanında şu ibret verici sözleri söyler:
"Ya Ali, sen anahtarları yolda bana getirirken, Yüce Allah, dostum Cibril ile bana vahiy gönderdi: "EMANETİ EHLİNE VERİNİZ! "
Kâbe'nin anahtarları uzun yıllardır Osman Bin Talhâ ve soyundadır. Onlar Kâbe'nin nasıl temizleneceğini, nasıl sahip çıkılacağını çok iyi bilirler. Emanetin ehilleri onlardır. Bu Allah buyruğudur: "Git ve teslim et!" Hz. Ali bu emir üzerine hemen geri döner ve Osman Bin Talhâ'yı bulur ve anahtarları eliyle Osman Bin Talhâ'nın eline uzatır. Bu sefer şaşırma sırası Osman Bin Talhâ'dadır. Anahtarları alır ve sorar:
" Ya Ali, az önce anahtarları elimden zorla alan sen değil miydin? Niye geri getirdin?" der. Hz.Ali olanları anlatır: "Bu konuyla ilgili Peygamber Efendimiz (SAV)'e Ayet geldiğini, Peygamberimizin (SAV)'de anahtarları geri yolladığını" söyler. Osman Bin Talhâ, müşrik iken bu hadise üzerine koşa koşa Peygamber Efendimiz (SAV)'in yanına varır ve Efendimizin (SAV) şahitliğinde Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olur
Hz. Osman Bin Talhâ Kimdir?
Bütün Arap kaynaklarında Süreyc kabilesinden bahsedilir. Süreyclilerin Orta Asya'dan gelen Türkler olduğu, Arap tarihçilerinin eserlerinde de geçmektedir. "Ubeydullah Türk'tü" derler. Ubeydullah Süreyc kabilesindendir. Bu sülâlenin mesleği kılıç ustalığıdır. Bu aile Orta Asya'dan Anadolu'ya, oradan da Mekke'ye kervanlarla gitmişler ve Mekke'ye yerleşmişlerdir. Tıpkı Selman Farisi örneğinde olduğu gibi. Selman Farisi, İran'dan kalkıp Anadolu'ya gelmiş, burada birkaç yıl kaldıktan sonra Mekke'ye gitmiştir.
Bu konuda kaynak verecek olursak: 897-960 yıllarında yaşamış olan tabakât bilginlerinden Ebü'l-Ferec el-Isfahânî yazmış olduğu Ağani isimli esrede Sureyclilerden bahseder ve ; " Ubeydullah'ın babası Türk idi." Demektedir. (El Ağani 1.B.245)
Yine pek çok Arap tarihçisi; Türk kılıçlarını uzun uzun anlatmışlar ve övmüşlerdir. Sureyc'de Mekke'de bir Türk demirci ustasıydı. Kılıç yapmasıyla meşhurdu. Osman Bir Talhâ Sureyc'in torunlarından olup, bu aileye mensuptur. Sureyc kelimesi Arapça'da esserc kelimesinden alınmıştır. Aslında biraz lakabî bir isimdir. Daha sonra es-sureyciyat diye anılmış, manası ise, Sureyc tarafından imal edilmiş kılıçlar demektir. Çarşı ve pazarda kılıçlar bu isimle satılmıştır. O dönemde, herkes bu kılıçlara sahip olmak istemektedir. ( Kaynaklar: Sıhhaül Arabia, Tali.a.attar.Mısır 1956 1.sh. 322; İbn-i Mansur Erbil Fazl Cemaleddin, Risatül Arap Bulak 1300.III. Sh. 122; El Yesui.l.M El Müncid. Sh. 339, Ayrıca bu konuda Prof.Dr.Zekeriya Kitapçı'nın, 'Saadet Asrında Türkler İlk Türk Sahabe Tabii ve Tebea Tabiileri' kitabına bakılabilir.)
Netice itibarıyla; Osman Bin Talhâ Orta Asyalı bir Türk soyundandır. Ve kılıç ustasının torunudur. Peki burada anlatmak istediğimiz nedir?
Burada anlatmak istediğimiz, Kâbe'nin anahtarları: Allah'ın 'emri', Peygamber Efendimizin (SAV) tatbiki ve Hz.Ali Efendimizin eliyle, Türk olan Osman Bin Talhâ'ya verilmiştir. Bunun manadaki karşılığı,
“Kâbe'nin anahtarları: KIYAMETE KADAR TÜRK'LERDEDİR. ”
Şimdi bilinmeyen bir başka sırrı delilleriyle ortaya koyalım inşallah:
MUKADDES EMANETLER VE HZ.OSMAN'IN KILICI
Bilindiği üzere Mukaddes Emanetler, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sonucunda İstanbul'a getirilmiştir. Bu emanetler içersinde Hz. Osman'ın kılıcı da vardır. Şimdiye kadar bilinen budur. Oysa şimdi ilk defa bir gerçeği, Hz. Osman'ın kılıcı ile ilgili gerçeği Allah'ın izni ile açıklıyoruz;
Hz. Osman'ın, Topkapı Saray'ı Mukaddes Emanetler bölümüne sergilenen bir kılıcı vardır ki, aslında bu kılıç, Yavuz Sultan Selim'in, Mısır Seferi sonucunda getirilen emanetlerle birlikte İstanbul'a gelmemiştir.
Bu kılıç, daha Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan önce, Hz. Osman döneminden, Ertuğrul Gazi'nin eline Şeyh Edebali kanalıyla "kutsal bir işaret" olarak teslim edilmiştir. Şeyh Edebali'nin eline geliş silsilesi ise: Sultan Seyyid Hoca Ahmed Yesevi tarafından onu takip eden halifeleri vasıtasıyla ulaşmıştır;
Konuyu biraz açalım: Ertuğrul Gazi, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu, Osman Bey'in babasıdır. Şeyh Edebali ise, Osman Bey'in kayınpederidir. Osman Bey'in gerçek ismi Orhun'dur. ( Bu isim de ilk defa açıklanmaktadır) Kayı Boyu'nun, o günkü tüm isimlerine baktığımızda, bir tane bile Arap kökenli isim göremezsiniz. Ertuğrul Gazi, Alp Arslan, Konuralp vs…
Peki Orhun ismi, nasıl olmuş da Osman olmuştur? Osmanlı Tarih araştırmacılarının en çok sordukları ve cevabını aradıkları bu sorunun cevabını inşallah biz verelim:
İşte bu konuda şimdiye kadar gizlenen sır:
Şeyh Edebali bizzat Orhun'a : " Bundan sonra senin ismin Osman olsun, soyun bu isimle anılsın" demiştir. Hz. Osman'ın o kılıcının "mânâ sırlarını" Osman Bey'e söyleyerek teslim etmiştir. Sanıldığı gibi bu kılıç, Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferinden dönüşte getirdiği kutsal emanetler içersinde gelmemiştir.
İşte delili:
Kılıç ustası Ubeydullah ve Sureyc kabilesinden bahsettik. Ubeydullah Arap ismi taşımasına rağmen Türk'tü.
Bu kılıcı, bizzat kılıç ustası Türk Sahâbî yapmış Hz. Osman'a hediye etmiştir. Dünya ve Türk tarihinde ilk defa bu konudaki delili sunuyoruz:
( bu resimde bulunduğu yer işaretlenmiştir)
**
Topkapı Müzesi'nde gidip gördüğünüzde kılıcın üzerindeki KAYI BOYU'NUN işareti dikkatinizi çekecektir. Kayı Boyu'nun damgası kılıç üzerinde durmaktadır. Çıplak gözle net bir şekilde görülmektedir. Çünkü bu kılıcın ustası Kayı Boyun'dandır.
Kayı Boyu'nu işareti:
(Türk damgalarının M.Ö. 5000'li yıllarda ortaya çıktığı delilleri ile beraber mevcuttur.Ve burada da Kayı Boyu'na ait damganın benzerine rastlanmaktadır.)
Hz. Osman'dan, Osman Bin Talhâ'ya geçip, oradan da Hoca Ahmed Yesevî'ye emanet edilmiştir.(Aradaki detayları anlatmıyoruz….)
Daha sonra bu kılıç, Hoca Ahmed Yesevî silsilesi yoluyla Şeyh Edebali'ye gelmiş ve 'sırları ile beraber Osman Bey'e teslim edilmiştir.
Orhun'un Osman olmasının sırrı bu kılıç ile beraberdir. Nitekim, Osman Gazi'nin oğlunun ismi de yine Türk ismi Orhan'dır.
Kayı Boyu'nun kılıcı; Mekke'de dövülmüş, Hz. Osman'a teslim edilmiş, Hz. Osman'dan Osman Bin Talhâ'ya geçmiş ve Osman Bey'e ulaşmıştır. Yani tekrar Kayı Boyu'na, ait olduğu yere dönmüştür.
Şimdi bunun izahını bize yapsınlar. Şimdiye kadar, iddia edildiği şekilde bu kılıç Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden dönüşte getirilen Mukaddes Emanetlerin içersinde gelmişse, bu kılıcın üzerinde Kayı Boyu'nun işareti ne aramaktadır?
Horasan Erenleri'nin ve Melâmîlerin Piri, Hoca Ahmed Yesevî'ye selâm olsun!
Bu sırrı ifşa etmeyi sebep kılan Allah'a hamd olsun!
İslâm'ın Sancaktarı Türk Milletini, Türk Devletini ve Türk Ordusunu muzaffer kılsın! (AMİN)
Saygılarımla;
Moderatör tarafında düzenlendi: