zersin
Çavuş
Kalakalırız.
Kolumuz kanadımız kırılmıştır sanki. İçeriden bastıran nihayetsiz isteklerle kendi gücümüz, kuvvetimiz, bilgimiz, irademiz arasında boğulur gibi oluruz.
Acizlik dört bir yanımızda kol gezer. Zerrelerimize nüfuz eder. Bir hastalık bedenimizi hiç de hesapta yokken kıskıvrak sarar. Bir nehir taşar. Zaman darken, trafik tıkanır, yollar geçit vermez olur. Gök adeta delinmiştir de caddeleri sular seller götürür. Bir insan bizi anlamaz. Bir diğeri ise yanlış anlar. Birisi sever. Birisi nefret eder. Biri alay eder. Biri küçümser.
Bu hal, bir tek biz insanların hissedebildiği, "varoluşsal çaresizlik"tir.
Hele uğradığımız haksızlıklar yok mu? Hiçbir şey yapamamanın, eli kolu bağlı olmanın getirdiği o ruhsal daralma belki de bir tek insana özgüdür.
Varoluşsal çaresizlik belimizi büker. Burnu Kaf Dağı'nda olan benliğimiz sarsılır, içimizdeki depremin ardından, benliğimizin sınırları yeniden çizilir. Bir noktadan öteye uzanamaz gücümüz kudretimiz.
Ruh bir menfez arar. Kalp teselli diye inler. Akıl, bir çıkış yolu talep eder. Benlik, "ben bir hiçim," diye inler. İşte o an, benlik, kendini bulmuştur.
Varoluşsal çaresizlik, inkârla reddedilmemeli, dibine kadar yaşanmalıdır. Bizi biz yapan çaresizliğimizdir. Çaresizlik genellikle kişilik zayıflığı olarak yanlış algılanıp güçlü, kuvvetli olmaya göz dikilir. Oysa sonunda ölecek olan hangi insan ben güçlüyüm hezeyanına kapılarak ne elde eder?
Varoluşsal çaresizliğimiz bizi sonunda getirip duanın kapısına bırakır.
Eller yukarı uzanır. Kalp, Mutlak Varlıkla bağlılığını tazelemek ister. Ruh yalnızlığından sıyrılıp sonsuzluğa bir pencereden bakıp nefeslenmek ister.
Varoluşsal çaresizlik gözyaşlarıyla dile gelir. Gece, gündüz, yürürken, yatarken. Gecenin bir vakti. Gündüzün ortası. Her an O'nun kapısı çalınır.
İstekler, bir bir sıralanır. Her istek varoluşsal çaresizliğin kelimelerle bedenlenmiş halidir..
O da ne.
Çok özel bir yaşantı, olmazsa olmaz haline getirdiğimiz isteklerimiz yerine gelmedi diye berhava edilir. Duadan küskünlük çıkar. Neden duam kabul edilmiyor, sızlanışı duyulur. Bir yanılgı, duanın tüm büyüsünü bozar.
Otuz-kırk yıl dua edip kabul edilmeyen duasına hâlâ devam edenler vardır. Zamanın Bedii, muzdarip olduğu kulunç hastalığının şifası için dua eder, yalvarır, yakarır. Bir türlü şifa gelmez. Ama o, sızlanmaz, küsmez, darılmaz Sonsuz Rahmete. Çünkü duanın sırrına vâkıf olmuştur. "Otuz senedir şifa duasını ettiğim halde duam zâhirî kabul olmadığından, duayı terk etmek kalbime gelmedi." der. Kronik, müzmin, sürgit fiziksel ya da ruhsal sorunlardan muzdarip insanların takıldığı temel soru, "neden?"dir. Bu kadar ağrı, sızı, zahmet, meşakkat, uykusuzluk, yorgunluk, dermansızlık, nefes darlığı vs. vs neden?
"Hastalar Risalesi-On Yedinci Deva"dan öğrendiğimize göre, Zamanın Bedii anlar ki: "Hastalık dua için verilmiş."
Hastalık neden verilmiş, diye bir kez daha soralım: Dua için.
Hastalıkları ya da başımıza gelen olayları, musallat olan musibetleri anlamlandırmak; vehim, vesvese, kuruntulardan, öfke ve kızgınlıktan kurtulmak için harika bir bakış açısıdır bu.
Duasının zahiren kabul olmaması, yani bu dünyada kabul olmaması Zamanın Bedii'ni hayali sükuta uğratmaz. Tersine, ettiği duayla hastalık şifa bulsa, bu bir açıdan dua etme imkanının ortadan kalkması olacağından, neredeyse duasının bu dünyada kabul edilmemesine sevinir. "Evet, bir kısım hastalık, duanın sebeb-i vücudu iken, dua hastalığın ademine (ortadan kalkmasına) sebep olsa, duanın vücudu kendi ademine sebep olur; bu da olamaz." der.
Sonra şu sonuçlara varır: "Duanın neticesi uhrevîdir, kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalıkla aczini anlayıp dergâh-ı İlâhiyeye iltica eder." Duam kabul olmuyor, istediklerim neden verilmiyor dediğimizde, unuttuğumuz nokta kanaatimce burasıdır. Dua etmenin neticesi, duanın bizatihi kendisidir. Dua etmekten maksat mesela hastalık için edildiğinde, şifa duanın neticesi değildir. Bir musibetin ortadan kaldırılması için dua ediyorsak, duanın neticesi musibetin ortadan kalkması değildir. Bir isteğimiz için dua ediyorsak, istediğimiz verildiğinde duanın neticesi hasıl oldu demekte de noksanlık vardır. Bunlar olsa olsa Mutlak Varlığın fazlındadır, ayrı bir ikramıdır.
Dua bir yaşantıdır. Bir haldir. Bizi bilen, duyan, gören Bir'in varlığına derin bir imandır. Ruhun aradığı sonsuzluğa açılan penceredir. Ruhun aradığı isteklerin gerçekleşmesi değildir. Dua kendimizi Mutlak Varlığa anlatmanın en mümtaz imkanıdır. Kendimizi tarif etmektir. Kendi sınırlarımızı çizmektir. Bunu yaparken aslında yaptığımız Mutlak Varlığı tarif etme halidir.
Zaman ve mekânın kasvetli havasından O'na yönelme zamanıdır.
Dua insanın kendini Yaratıcısına anlatmasıdır. İnsan kendini anlatırken aslında O'nu anlatmak, tarif etmektir. Bu dünya da ister kabul edilsin ister edilmesin, hiçbir dua boşa gitmez.
Dua, insanın var oluş gerekçesidir. Dua, bir anın içinde Mutlak Varlık'la kurulan derin, son derece özel bir ilişki halidir. Bu ilişki isteklerimize kurban edilmemelidir.
Dua, varoluşsal olarak sonsuz çaresizim, sonsuz acizim diyebilmektir. Bundan daha cesur bir eylem var mıdır?
Kolumuz kanadımız kırılmıştır sanki. İçeriden bastıran nihayetsiz isteklerle kendi gücümüz, kuvvetimiz, bilgimiz, irademiz arasında boğulur gibi oluruz.
Acizlik dört bir yanımızda kol gezer. Zerrelerimize nüfuz eder. Bir hastalık bedenimizi hiç de hesapta yokken kıskıvrak sarar. Bir nehir taşar. Zaman darken, trafik tıkanır, yollar geçit vermez olur. Gök adeta delinmiştir de caddeleri sular seller götürür. Bir insan bizi anlamaz. Bir diğeri ise yanlış anlar. Birisi sever. Birisi nefret eder. Biri alay eder. Biri küçümser.
Bu hal, bir tek biz insanların hissedebildiği, "varoluşsal çaresizlik"tir.
Hele uğradığımız haksızlıklar yok mu? Hiçbir şey yapamamanın, eli kolu bağlı olmanın getirdiği o ruhsal daralma belki de bir tek insana özgüdür.
Varoluşsal çaresizlik belimizi büker. Burnu Kaf Dağı'nda olan benliğimiz sarsılır, içimizdeki depremin ardından, benliğimizin sınırları yeniden çizilir. Bir noktadan öteye uzanamaz gücümüz kudretimiz.
Ruh bir menfez arar. Kalp teselli diye inler. Akıl, bir çıkış yolu talep eder. Benlik, "ben bir hiçim," diye inler. İşte o an, benlik, kendini bulmuştur.
Varoluşsal çaresizlik, inkârla reddedilmemeli, dibine kadar yaşanmalıdır. Bizi biz yapan çaresizliğimizdir. Çaresizlik genellikle kişilik zayıflığı olarak yanlış algılanıp güçlü, kuvvetli olmaya göz dikilir. Oysa sonunda ölecek olan hangi insan ben güçlüyüm hezeyanına kapılarak ne elde eder?
Varoluşsal çaresizliğimiz bizi sonunda getirip duanın kapısına bırakır.
Eller yukarı uzanır. Kalp, Mutlak Varlıkla bağlılığını tazelemek ister. Ruh yalnızlığından sıyrılıp sonsuzluğa bir pencereden bakıp nefeslenmek ister.
Varoluşsal çaresizlik gözyaşlarıyla dile gelir. Gece, gündüz, yürürken, yatarken. Gecenin bir vakti. Gündüzün ortası. Her an O'nun kapısı çalınır.
İstekler, bir bir sıralanır. Her istek varoluşsal çaresizliğin kelimelerle bedenlenmiş halidir..
O da ne.
Çok özel bir yaşantı, olmazsa olmaz haline getirdiğimiz isteklerimiz yerine gelmedi diye berhava edilir. Duadan küskünlük çıkar. Neden duam kabul edilmiyor, sızlanışı duyulur. Bir yanılgı, duanın tüm büyüsünü bozar.
Otuz-kırk yıl dua edip kabul edilmeyen duasına hâlâ devam edenler vardır. Zamanın Bedii, muzdarip olduğu kulunç hastalığının şifası için dua eder, yalvarır, yakarır. Bir türlü şifa gelmez. Ama o, sızlanmaz, küsmez, darılmaz Sonsuz Rahmete. Çünkü duanın sırrına vâkıf olmuştur. "Otuz senedir şifa duasını ettiğim halde duam zâhirî kabul olmadığından, duayı terk etmek kalbime gelmedi." der. Kronik, müzmin, sürgit fiziksel ya da ruhsal sorunlardan muzdarip insanların takıldığı temel soru, "neden?"dir. Bu kadar ağrı, sızı, zahmet, meşakkat, uykusuzluk, yorgunluk, dermansızlık, nefes darlığı vs. vs neden?
"Hastalar Risalesi-On Yedinci Deva"dan öğrendiğimize göre, Zamanın Bedii anlar ki: "Hastalık dua için verilmiş."
Hastalık neden verilmiş, diye bir kez daha soralım: Dua için.
Hastalıkları ya da başımıza gelen olayları, musallat olan musibetleri anlamlandırmak; vehim, vesvese, kuruntulardan, öfke ve kızgınlıktan kurtulmak için harika bir bakış açısıdır bu.
Duasının zahiren kabul olmaması, yani bu dünyada kabul olmaması Zamanın Bedii'ni hayali sükuta uğratmaz. Tersine, ettiği duayla hastalık şifa bulsa, bu bir açıdan dua etme imkanının ortadan kalkması olacağından, neredeyse duasının bu dünyada kabul edilmemesine sevinir. "Evet, bir kısım hastalık, duanın sebeb-i vücudu iken, dua hastalığın ademine (ortadan kalkmasına) sebep olsa, duanın vücudu kendi ademine sebep olur; bu da olamaz." der.
Sonra şu sonuçlara varır: "Duanın neticesi uhrevîdir, kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalıkla aczini anlayıp dergâh-ı İlâhiyeye iltica eder." Duam kabul olmuyor, istediklerim neden verilmiyor dediğimizde, unuttuğumuz nokta kanaatimce burasıdır. Dua etmenin neticesi, duanın bizatihi kendisidir. Dua etmekten maksat mesela hastalık için edildiğinde, şifa duanın neticesi değildir. Bir musibetin ortadan kaldırılması için dua ediyorsak, duanın neticesi musibetin ortadan kalkması değildir. Bir isteğimiz için dua ediyorsak, istediğimiz verildiğinde duanın neticesi hasıl oldu demekte de noksanlık vardır. Bunlar olsa olsa Mutlak Varlığın fazlındadır, ayrı bir ikramıdır.
Dua bir yaşantıdır. Bir haldir. Bizi bilen, duyan, gören Bir'in varlığına derin bir imandır. Ruhun aradığı sonsuzluğa açılan penceredir. Ruhun aradığı isteklerin gerçekleşmesi değildir. Dua kendimizi Mutlak Varlığa anlatmanın en mümtaz imkanıdır. Kendimizi tarif etmektir. Kendi sınırlarımızı çizmektir. Bunu yaparken aslında yaptığımız Mutlak Varlığı tarif etme halidir.
Zaman ve mekânın kasvetli havasından O'na yönelme zamanıdır.
Dua insanın kendini Yaratıcısına anlatmasıdır. İnsan kendini anlatırken aslında O'nu anlatmak, tarif etmektir. Bu dünya da ister kabul edilsin ister edilmesin, hiçbir dua boşa gitmez.
Dua, insanın var oluş gerekçesidir. Dua, bir anın içinde Mutlak Varlık'la kurulan derin, son derece özel bir ilişki halidir. Bu ilişki isteklerimize kurban edilmemelidir.
Dua, varoluşsal olarak sonsuz çaresizim, sonsuz acizim diyebilmektir. Bundan daha cesur bir eylem var mıdır?