hanne
Uzman Çavuş
“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbi Allah içindir.” ( En'am , 162)
Sen ey ölüm, gelirsin.
Bir gün hayatın gelmesi gibi gelir, bizi bulursun.
Sen, en asi Nemrutların, Firavunların önünde diz çöktüğü tek gerçeksin.
Var olan ve olacak olan her şeyi teslim alırsın.
Bilemediler ve bilemeyecekler, asilikleri ne hayata gelmelerine engel oldu, ne hayattan gitmelerine.
Gittiler, gitmeyeceğiz diye diye .
Onlardan kalan ne varsa “onlar gitti” diye fısıldıyor.
Duymaz mıyım?
Düşünmez miyim?
Artık ibret almaz mıyım?
Hayat seninle manalı
Seni andığımda ey ölüm, bir kar tanesi, hükmüne razı olup usulca toprağa iniyor.
Bir yaprak kımıldıyor.
Bir gül soluyor dalında.
Dünya küçülüyor.
Kavgalarım, küslüklerim son buluyor.
Kargaşa diniyor; her şey ne kadar sade, ak.
Sükunete eriyorum.
Bir tek emanetle, kendimle kalıyorum. Derdim tek: Hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbi Allah içindir, diyebilecek miyim?
Seninle hayatım manasını buluyor.
. . .
Bir gün Allah Rasulü s.a.v.'in yanında bir kişiden övgüyle bahsedildi. Allah Rasulü s.a.v. sordular:
- Arkadaşınızın ölümü hatırlaması nasıldı?
- Biz onun ölümden bahsettiğini hiç işitmedik. Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:
- Öyleyse arkadaşınız övdüğünüz gibi değildir.
Ve müjdelerdiler ki; ölümü çokça ananın Allah kalbini diri tutar, günahlarını temizler. Onu, kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olarak karşılar.
. . .
Her gidenle giden biziz. “Bu benim ölümüm!” Zira bizden bir şeyler her an ölüyor. Ve bizim için bir şeyler her an hayat buluyor.
Yok olanın yerini o var almadığında nasibimiz kesiliyor.
Lokma kaşığımızdan dü ş üyor .
“Nasip değilmiş” deniliyor. Emekliliğini göremedi…
O kadar nimetin içindeyken, hayatımızdan garip bir yolcu gibi yapayalnız gidiyoruz.
Evimiz, evladımız, hayaline daldığımız şeyler geride kalıyor.
Zira gurbetteydik.
Sılaya hayatımızın tek gayesini, imanımızı götürür müyüz?
Şehitlerle haşrolunacaklardır!
Sen ey ölüm, şüphesiz, bu dünyada Rabbimiz'in inanan kullarına son hediyesisin.
Ve inananlara ne şiddetli, ne zorlu gelirsin!
Zira günahlarımıza kefaretsin.
. . .
Allah Rasulü s.a.v .: “Azrail'in can alması bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir. Ölürken her müminin bütün damar ve azaları son derece sızlar. O anda Azrail kimseye hatır etmez.” der; kabir azabından, cehennem gazabından, ölüm şiddetinden Allah'a sığınırdı:
“ Allahım ! Sen ruhu damarların, kemiklerin ve parmakların arasından çıkarıp alırsın. Allahım , ölümüme karşı bana yardımcı ol, onu bana kolaylaştır!”
. . .
Bir gül sessizce solar.
Bir kar tanesi usulca erir.
Lakin gözümüze pür-sükût bir hal, içte yangın yeridir.
Solmadaki ızdırabı güle sormalı.
. . .
Efendimiz s.a.v. hastaydı, sık sık bayılıyordu. Ve baygınlıkla kendine gelme esnasında “Hayır! En yüce arkadaşı istiyorum.” diyordu.
“İste! İstediğin verilecek” deniliyordu.
O, Allah katını istiyordu.
Hayatımıza bir baksak. Mutlaka biz Efendimiz s.a.v.'in istemediği dünyaya çok fazla dalar olduk.
Hakkını veremeyeceğimiz mülkler edindik!
Tutamayacağımız sözler verdik!
Altından kalkamayacağımız yükler yüklendik!
Aldandık!
Ölüm anında üzüntüsü arttı. Izdırabı aralıksız sürdü, sürdü. Allah'a kavuşma isteği çoğaldı. Benzi sarardı, mübarek alnı boncuk boncuk terledi. O'nun bu halini görenler acısını sanki içlerinde hissetiler de ağlayıp sızlandılar.
O son nefesini verinceye kadar namazı tavsiye etti:
“Namaz kılınız, namaz! Muhakkak cemaatle namaz kıldığınız sürece birlik ve beraberliğiniz bozulmaz. Namaz! Namaz!”
Namaz kılınız!
Bir ve beraber olunuz!
Nitekim ilk önce namaz ve kul hakkı sorulacaktır.
. . .
Efendimiz s.a.v. bir gün buyurdular: “Cennete giren hiç kimse, dünyadaki her şeyin ona verilmesi karşılığında bile dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehit olan, kavu ştuğu şehitlik nimetinden ötürü dünyaya dönüp Allah yolunda on kez öldürülmeyi diler.”
Ölüm şiddetinden Allah'a sığınan o değil miydi?
Şimdi tekrar tekrar öldürülmek isteyenlerden haber veriyor.
Ölüm, bin kılıç darbesinden daha şiddetli olan değil misin?
Buyurdular: “Siz, kendinize dokunan iki parmağın acısını ne kadar hissediyorsanız, şehitler öldüren darbenin acısını ancak o kadar hissedecek.”
Gözlerimiz bizi şüphesiz aldatır.
Ate ş lerde yananlar, tanklar altında ezilenler, her bir azalarını teker teker cihat meydanına serenler… Gözümüze göre büyük acılar içindeler.
Oysa şehitlerin tek bir üzüntüsü var:
“Yalnızca bir canım var. Bin canım olsaydı hepsini teker teker Allah yolunda verseydim.”
Ve Alemlerin Rabbi katından şehitlere büyük müjde gelir:
“Allah yolunda canını feda eden şehitlere ölüler demeyin. Onlar ebedi diridirler. Fakat siz onlardaki hayatı anlamazsınız.”
. . .
Uhud harbinde yüzü demir zırh ile örtülü bir kişi geldi ve Allah Rasulü s.a.v.'e sordu:
- Ya Rasulallah ! Müslüman olup öyle mi harp edeyim, yoksa harp edeyim de sonra mı müslüman olayım?
Efendimiz s.a.v .:
- Müslüman ol, sonra harp et, buyurdu.
O da müslüman oldu. Sonra savaşmaya ba ş ladı . Nihayet şehit oldu. Efendimiz s.a.v. savaş meydanında onu kanlar içinde gördüklerinde buyurdular:
- Az işledi, fakat çok kazandı.
Zira o, alnı bir kez olsun secdeye varmadan şehit olmu ş, cennete gitmişti.
Cihat, her hal ve hareketimizle Allah yolunda olmaktır. Allah yolunda canını ister savaş meydanında versin ister uykuda, şehittir ya da şehitlerle beraber.
Hz. Aişe r.a. şehitlerin hallerine şaşırdı, imrendi de sordu:
“Ey Allah'ın Rasulü , şehitlerle haşrolunacak bir kimse var mı?”
Rasulullah s.a.v. buyurdular:
“Gece ve gündüz yirmi kere ölümü hatırlayan kimse şehitlerle haşrolunacak .”
iste! İstediğin yerde olayım
Gelecek olan mutlaka yakındı.
Uzak olan, gelmeyecek olandı.
Sen anıldığında ey ölüm; yüzleri karışanlar, ellerinden çıkıp gidecek olan dünyalıklarına üzülenler, yer üzerinde kibirle yürüyenler bildiler ve bilecekler ki:
“Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile…” (Nisa, 78)
Bir mümin inandı. Lakin sabredemedi, teslim olamadı. Günahlara ve dünyaya daldı. Bir gün uyandı. İstedi ki; sen gecikesin, tövbem kabul olmadan, isyanla geçen yıllarımı güzel amellerle telafi etmeden gelip beni bulmayasın. Dosta en temiz halimle varayım.
Bir başka mümin, bir hastanın sabahı, bir mahpusun beratı beklediği gibi seni bekledi. İstedi ki bir an önce gel. Bu isyan, şamata, kargaşa dolu yokluk yurdundan alıp götür beni. Allah'a kavuştur. Seni ben düğün gecesi bilirim.
Onun adına “ aşık ” denildi.
Bir mümin de vardı ki…
Hz. Huzafe r.a. ölüm döşeğindeyken şöyle demişti:
- Ya Rab! Eğer katında fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten ve hangi hal hangi halden daha sevimli ise, bana onu nasip eyle. Ölüm yaşamaktan daha sevimliyse ölümü bana kolaylaştır ki sana kavuşayım.
Sevgiliyi istemedi.
Sevgilinin istediğini istedi.
“Sana sevimli olan bana sevimlidir.
İstediğin yerde olayım.” dedi.
Adına “razı olmuş kul” denildi.
O'ndan uzak veya O'na yakın…
Razı bir kul, her halde O'nunla hemhal değil mi?
Göz yaş döker, gönül hüzünlenir
Acılar bizim içindi. Ve bu fanilik yurdunda belki en büyük acı evlat acısıydı.
Sabretmekse taş, kaya olmak değildi.
Göz yaş döker, gönül hüzünlenirdi.
Nitekim hüzün mümine her halden en ziyade yakışandı.
. . .
Efendimiz s.a.v.'in oğlu İbrahim vefat etmişti.
Allah Rasulü s.a.v. mahzundu. Ağlıyor, gözyaşları damla damla mübarek yanaklarına süzülüyordu. Abdurrahman bin Avf r.a. sordu:
- Ey Allah Rasulü ! İnsanlara bu gözyaşlarını yasaklamı ştın. Şimdi senin ağladığını görünce ağlarlar, dedi. Efendimiz s.a.v. gözyaşları dinince şöyle dedi:
- Ey Abdurrahman , bu gözyaşları bir rahmet eseridir. Acımayana acınmaz. Biz insanları avaz avaz ağlamaktan, ölüde olmayan vasıflarla ağıt yakmaktan nehyediyoruz . Eğer ölüm herkesi kapsayan bir ilâhi vaad , herkesin girmek zorunda olduğu bir yol, sonra gelenlerimizin önce gidenlerimizle buluşacağı bir kavşak olmasaydı, o zaman başka türlü üzülecektik. Biz, İbrahim'in ayrılığından ötürü pek mahzunuz. Göz yaş döker, gönül hüzünlenir. Lakin, biz Rabbimiz'i kızdıracak bir söz söylemeyiz…
Benim güvencim, ümidim sensin
Bekaya açılan bir kapısın ey ölüm.
Senden girdiğimizde artık ya elemdir bizi bekleyen, ya huzur.
Ebedi bir huzur ya da sonsuz bir elem.
Yer haberlerini anlatır. Dilimiz susar, ellerimiz anlatır.
Yerin haberlerini Efendimiz s.a.v. bize bildirir:
“Yerin haberleri, her bir insanın yeryüzünde işlemiş olduğu işlere, falan gün sen şunu şunu işledin diyerek yerin şahitlik etmesidir.”
Toprak konuşur, dal konuşur.
Bir gün Efendimiz s.a.v .: “İsrafil Sûr'u ağzına götürmüş emir beklerken ben nasıl sevineyim?” dedi. Sahabeyi bir üzüntüdür almıştı. Arkadaşlarını öyle üzgün, öyle boynu bükük görünce buyurdular:
- Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, deyiniz.
. . .
Muhakkak ki o ne güzel vekil, ne güzel dosttur.
Ve ölüm kapısından girerken, mümin Rabbi'nden ümitlidir. Zira, hayatını hesap korkusuyla günahlardan sakınarak yaşamıştır.
Ümitlidir, zira kudsi hadiste: “Kulum beni istediği gibi zannetsin. Zira ben kulumun zannı üzereyim.” buyrulmuştur.
Ey rahmeti bol Rabbim. Rahmetinle muamele et.
Muhakkak sen adaletlisin. Lakin senin adaletine benim hesabım yetmez.
Muhakkak ki rahmetin gazabını geçmiştir.
. . .
Sahabilerden Enes bin Malik r.a. ölüm döşeğindeydi. Birkaç kişi yanına girdiler ve durumunu sordular. O da mütebessim bir edayla:
- Size nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Ancak, siz de yakında Allah'ın ne büyük affedici ve kerem sahibi olduğunu göreceksiniz, dedi. Sonra vefat etti.
“Hakikat şudur ki, inkârcılardan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yusuf, 82)
. . .
Hz. Ebu Bekir r.a. ölüm hastalığındaydı. Tavsiye isteyenlere anlattı, anlattı ve en son şöyle dedi:
- Ey Allahım ! Kimin güven ve ümidi senden başkası olduğu halde sabahlar ve akşamlarsa, o ziyan etmiştir.
Benim güvencim ve ümidim sensin.
Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak senin kudretinledir.
Ve bir müslümana ölüm gelip çattığında azaları birbirine selam verip şöyle der ki, selam sana!
Kıyamete kadar sen benden ayrılıyorsun, ben de senden ayrılıyorum.
Kimi yüzler karadır o gün…
Nihayet bir gün ölüm de öldürülür.
Ölüm, ölümün öldürüldüğü o gün ümitsizlerin son ümididir.
Zira onların Rableri'nden bir ümitleri yoktur.
Onun bahşettiği hayatta ona asi olmuşlardır.
Ne umacaklar?
“Keşke toprak olsaydım!”
Müslümanlara Allah Tealâ seslenir:
- Ey Ehli Cennet!
Onlar:
- Ey Rabbimiz! Ferman buyurunuz, emrinizi ifaya her zaman hazırız, derler. Allah Tealâ sorar:
- Şu halinizden razı mısınız?
Onlar:
- Rabbimiz , nasıl razı olmayalım? Sen bize hiçbir kimseye vermediğin bunca nimeti ihsan buyurdun.
Allah Tealâ şöyle mukabele eder onlara:
- Size ben bunlardan daha da üstün bir nimet vereceğim. O, sizden razı ve hoşnut olmamdır.
O gün, onlar Rablerinden razı, Rableri onlardan razıdır.
Bilmeden önce bilsek
Bedir savaşı sonunda Allah Rasulü s.a.v. Kureyş ölülerinin başına geldi ve isimleriyle seslendi:
- Ey Utbe bin Rebia , Ey Eba Cehil ! Siz Allah'a ve Rasulü'ne itaat etmiş olsaydınız itaatiniz sizi sevindirir miydi? Şüphesiz sevindirirdi. Biz Rabbimiz'in bize vaadettiği yardım ve zaferi kesin şekilde gerçek bulduk. Siz de bâtıl rabbinizin vaat ettiği vehimden ibaret zafer ve yardımı gerçek buldunuz mu?
Bu seslenişe tanık olan Hz Ömer r.a .:
- Ey Allah Rasulü ! Hayatta olmayan şu cesetlere ne söylersin, dedi. Efendimiz s.a.v. buyurdu:
- Muhammed'in hayatı kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, benim söylediğim sözleri siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz.
Onlar işitmez idiler. Şimdi işittiler.
Onlar görmez idiler. Şimdi gördüler.
Onlar bilmez idiler. Şimdi bildiler.
. . .
Yezid bin Numane anlatıyor: “Büyük vebada bir kız çocuğu ölmüştü. Babası onu rüyasında görmüş ve ona ahretin hallerinden sormuş. Kız şöyle demiş:
- Babacığım , biz büyük bir işin üzerine vardık. Biliyoruz ama yapamıyoruz. Siz yapıyor ama bilmiyorsunuz. Allah'a yemin ederim dünyaya dönüp bir veya iki tesbih etmek, bir veya iki rekât namaz kılmak benim nezdimde dünya ve dünyadaki şeylerden daha değerlidir.
. . .
Seni ey ölüm, bilmiyorum. Unutuyorum.
Bildiğimde, bir tek secdeyi, O'nun yolunda bir adımı, bir tesbih tanesini özleyeceğim.
Şüphesiz hayatımın bir hakkı var.
Ölümümün bir hakkı var.
Bir yetimin başını okşasaydım, diyeceğim.
Türlü çeşit kapılardan geçip geçip eşiğe bir kez daha varsaydım.
“Ya Rabbi! Ben pişmanım!” deseydim.
Senin mülakatına hazır beklerken, benim için istediğin bana sevimli olsaydı.
Ve o an dursaydı zaman.
Sen ey ölüm, gelirsin.
Bir gün hayatın gelmesi gibi gelir, bizi bulursun.
Sen, en asi Nemrutların, Firavunların önünde diz çöktüğü tek gerçeksin.
Var olan ve olacak olan her şeyi teslim alırsın.
Bilemediler ve bilemeyecekler, asilikleri ne hayata gelmelerine engel oldu, ne hayattan gitmelerine.
Gittiler, gitmeyeceğiz diye diye .
Onlardan kalan ne varsa “onlar gitti” diye fısıldıyor.
Duymaz mıyım?
Düşünmez miyim?
Artık ibret almaz mıyım?
Hayat seninle manalı
Seni andığımda ey ölüm, bir kar tanesi, hükmüne razı olup usulca toprağa iniyor.
Bir yaprak kımıldıyor.
Bir gül soluyor dalında.
Dünya küçülüyor.
Kavgalarım, küslüklerim son buluyor.
Kargaşa diniyor; her şey ne kadar sade, ak.
Sükunete eriyorum.
Bir tek emanetle, kendimle kalıyorum. Derdim tek: Hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbi Allah içindir, diyebilecek miyim?
Seninle hayatım manasını buluyor.
. . .
Bir gün Allah Rasulü s.a.v.'in yanında bir kişiden övgüyle bahsedildi. Allah Rasulü s.a.v. sordular:
- Arkadaşınızın ölümü hatırlaması nasıldı?
- Biz onun ölümden bahsettiğini hiç işitmedik. Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:
- Öyleyse arkadaşınız övdüğünüz gibi değildir.
Ve müjdelerdiler ki; ölümü çokça ananın Allah kalbini diri tutar, günahlarını temizler. Onu, kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olarak karşılar.
. . .
Her gidenle giden biziz. “Bu benim ölümüm!” Zira bizden bir şeyler her an ölüyor. Ve bizim için bir şeyler her an hayat buluyor.
Yok olanın yerini o var almadığında nasibimiz kesiliyor.
Lokma kaşığımızdan dü ş üyor .
“Nasip değilmiş” deniliyor. Emekliliğini göremedi…
O kadar nimetin içindeyken, hayatımızdan garip bir yolcu gibi yapayalnız gidiyoruz.
Evimiz, evladımız, hayaline daldığımız şeyler geride kalıyor.
Zira gurbetteydik.
Sılaya hayatımızın tek gayesini, imanımızı götürür müyüz?
Şehitlerle haşrolunacaklardır!
Sen ey ölüm, şüphesiz, bu dünyada Rabbimiz'in inanan kullarına son hediyesisin.
Ve inananlara ne şiddetli, ne zorlu gelirsin!
Zira günahlarımıza kefaretsin.
. . .
Allah Rasulü s.a.v .: “Azrail'in can alması bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir. Ölürken her müminin bütün damar ve azaları son derece sızlar. O anda Azrail kimseye hatır etmez.” der; kabir azabından, cehennem gazabından, ölüm şiddetinden Allah'a sığınırdı:
“ Allahım ! Sen ruhu damarların, kemiklerin ve parmakların arasından çıkarıp alırsın. Allahım , ölümüme karşı bana yardımcı ol, onu bana kolaylaştır!”
. . .
Bir gül sessizce solar.
Bir kar tanesi usulca erir.
Lakin gözümüze pür-sükût bir hal, içte yangın yeridir.
Solmadaki ızdırabı güle sormalı.
. . .
Efendimiz s.a.v. hastaydı, sık sık bayılıyordu. Ve baygınlıkla kendine gelme esnasında “Hayır! En yüce arkadaşı istiyorum.” diyordu.
“İste! İstediğin verilecek” deniliyordu.
O, Allah katını istiyordu.
Hayatımıza bir baksak. Mutlaka biz Efendimiz s.a.v.'in istemediği dünyaya çok fazla dalar olduk.
Hakkını veremeyeceğimiz mülkler edindik!
Tutamayacağımız sözler verdik!
Altından kalkamayacağımız yükler yüklendik!
Aldandık!
Ölüm anında üzüntüsü arttı. Izdırabı aralıksız sürdü, sürdü. Allah'a kavuşma isteği çoğaldı. Benzi sarardı, mübarek alnı boncuk boncuk terledi. O'nun bu halini görenler acısını sanki içlerinde hissetiler de ağlayıp sızlandılar.
O son nefesini verinceye kadar namazı tavsiye etti:
“Namaz kılınız, namaz! Muhakkak cemaatle namaz kıldığınız sürece birlik ve beraberliğiniz bozulmaz. Namaz! Namaz!”
Namaz kılınız!
Bir ve beraber olunuz!
Nitekim ilk önce namaz ve kul hakkı sorulacaktır.
. . .
Efendimiz s.a.v. bir gün buyurdular: “Cennete giren hiç kimse, dünyadaki her şeyin ona verilmesi karşılığında bile dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehit olan, kavu ştuğu şehitlik nimetinden ötürü dünyaya dönüp Allah yolunda on kez öldürülmeyi diler.”
Ölüm şiddetinden Allah'a sığınan o değil miydi?
Şimdi tekrar tekrar öldürülmek isteyenlerden haber veriyor.
Ölüm, bin kılıç darbesinden daha şiddetli olan değil misin?
Buyurdular: “Siz, kendinize dokunan iki parmağın acısını ne kadar hissediyorsanız, şehitler öldüren darbenin acısını ancak o kadar hissedecek.”
Gözlerimiz bizi şüphesiz aldatır.
Ate ş lerde yananlar, tanklar altında ezilenler, her bir azalarını teker teker cihat meydanına serenler… Gözümüze göre büyük acılar içindeler.
Oysa şehitlerin tek bir üzüntüsü var:
“Yalnızca bir canım var. Bin canım olsaydı hepsini teker teker Allah yolunda verseydim.”
Ve Alemlerin Rabbi katından şehitlere büyük müjde gelir:
“Allah yolunda canını feda eden şehitlere ölüler demeyin. Onlar ebedi diridirler. Fakat siz onlardaki hayatı anlamazsınız.”
. . .
Uhud harbinde yüzü demir zırh ile örtülü bir kişi geldi ve Allah Rasulü s.a.v.'e sordu:
- Ya Rasulallah ! Müslüman olup öyle mi harp edeyim, yoksa harp edeyim de sonra mı müslüman olayım?
Efendimiz s.a.v .:
- Müslüman ol, sonra harp et, buyurdu.
O da müslüman oldu. Sonra savaşmaya ba ş ladı . Nihayet şehit oldu. Efendimiz s.a.v. savaş meydanında onu kanlar içinde gördüklerinde buyurdular:
- Az işledi, fakat çok kazandı.
Zira o, alnı bir kez olsun secdeye varmadan şehit olmu ş, cennete gitmişti.
Cihat, her hal ve hareketimizle Allah yolunda olmaktır. Allah yolunda canını ister savaş meydanında versin ister uykuda, şehittir ya da şehitlerle beraber.
Hz. Aişe r.a. şehitlerin hallerine şaşırdı, imrendi de sordu:
“Ey Allah'ın Rasulü , şehitlerle haşrolunacak bir kimse var mı?”
Rasulullah s.a.v. buyurdular:
“Gece ve gündüz yirmi kere ölümü hatırlayan kimse şehitlerle haşrolunacak .”
iste! İstediğin yerde olayım
Gelecek olan mutlaka yakındı.
Uzak olan, gelmeyecek olandı.
Sen anıldığında ey ölüm; yüzleri karışanlar, ellerinden çıkıp gidecek olan dünyalıklarına üzülenler, yer üzerinde kibirle yürüyenler bildiler ve bilecekler ki:
“Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile…” (Nisa, 78)
Bir mümin inandı. Lakin sabredemedi, teslim olamadı. Günahlara ve dünyaya daldı. Bir gün uyandı. İstedi ki; sen gecikesin, tövbem kabul olmadan, isyanla geçen yıllarımı güzel amellerle telafi etmeden gelip beni bulmayasın. Dosta en temiz halimle varayım.
Bir başka mümin, bir hastanın sabahı, bir mahpusun beratı beklediği gibi seni bekledi. İstedi ki bir an önce gel. Bu isyan, şamata, kargaşa dolu yokluk yurdundan alıp götür beni. Allah'a kavuştur. Seni ben düğün gecesi bilirim.
Onun adına “ aşık ” denildi.
Bir mümin de vardı ki…
Hz. Huzafe r.a. ölüm döşeğindeyken şöyle demişti:
- Ya Rab! Eğer katında fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten ve hangi hal hangi halden daha sevimli ise, bana onu nasip eyle. Ölüm yaşamaktan daha sevimliyse ölümü bana kolaylaştır ki sana kavuşayım.
Sevgiliyi istemedi.
Sevgilinin istediğini istedi.
“Sana sevimli olan bana sevimlidir.
İstediğin yerde olayım.” dedi.
Adına “razı olmuş kul” denildi.
O'ndan uzak veya O'na yakın…
Razı bir kul, her halde O'nunla hemhal değil mi?
Göz yaş döker, gönül hüzünlenir
Acılar bizim içindi. Ve bu fanilik yurdunda belki en büyük acı evlat acısıydı.
Sabretmekse taş, kaya olmak değildi.
Göz yaş döker, gönül hüzünlenirdi.
Nitekim hüzün mümine her halden en ziyade yakışandı.
. . .
Efendimiz s.a.v.'in oğlu İbrahim vefat etmişti.
Allah Rasulü s.a.v. mahzundu. Ağlıyor, gözyaşları damla damla mübarek yanaklarına süzülüyordu. Abdurrahman bin Avf r.a. sordu:
- Ey Allah Rasulü ! İnsanlara bu gözyaşlarını yasaklamı ştın. Şimdi senin ağladığını görünce ağlarlar, dedi. Efendimiz s.a.v. gözyaşları dinince şöyle dedi:
- Ey Abdurrahman , bu gözyaşları bir rahmet eseridir. Acımayana acınmaz. Biz insanları avaz avaz ağlamaktan, ölüde olmayan vasıflarla ağıt yakmaktan nehyediyoruz . Eğer ölüm herkesi kapsayan bir ilâhi vaad , herkesin girmek zorunda olduğu bir yol, sonra gelenlerimizin önce gidenlerimizle buluşacağı bir kavşak olmasaydı, o zaman başka türlü üzülecektik. Biz, İbrahim'in ayrılığından ötürü pek mahzunuz. Göz yaş döker, gönül hüzünlenir. Lakin, biz Rabbimiz'i kızdıracak bir söz söylemeyiz…
Benim güvencim, ümidim sensin
Bekaya açılan bir kapısın ey ölüm.
Senden girdiğimizde artık ya elemdir bizi bekleyen, ya huzur.
Ebedi bir huzur ya da sonsuz bir elem.
Yer haberlerini anlatır. Dilimiz susar, ellerimiz anlatır.
Yerin haberlerini Efendimiz s.a.v. bize bildirir:
“Yerin haberleri, her bir insanın yeryüzünde işlemiş olduğu işlere, falan gün sen şunu şunu işledin diyerek yerin şahitlik etmesidir.”
Toprak konuşur, dal konuşur.
Bir gün Efendimiz s.a.v .: “İsrafil Sûr'u ağzına götürmüş emir beklerken ben nasıl sevineyim?” dedi. Sahabeyi bir üzüntüdür almıştı. Arkadaşlarını öyle üzgün, öyle boynu bükük görünce buyurdular:
- Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, deyiniz.
. . .
Muhakkak ki o ne güzel vekil, ne güzel dosttur.
Ve ölüm kapısından girerken, mümin Rabbi'nden ümitlidir. Zira, hayatını hesap korkusuyla günahlardan sakınarak yaşamıştır.
Ümitlidir, zira kudsi hadiste: “Kulum beni istediği gibi zannetsin. Zira ben kulumun zannı üzereyim.” buyrulmuştur.
Ey rahmeti bol Rabbim. Rahmetinle muamele et.
Muhakkak sen adaletlisin. Lakin senin adaletine benim hesabım yetmez.
Muhakkak ki rahmetin gazabını geçmiştir.
. . .
Sahabilerden Enes bin Malik r.a. ölüm döşeğindeydi. Birkaç kişi yanına girdiler ve durumunu sordular. O da mütebessim bir edayla:
- Size nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Ancak, siz de yakında Allah'ın ne büyük affedici ve kerem sahibi olduğunu göreceksiniz, dedi. Sonra vefat etti.
“Hakikat şudur ki, inkârcılardan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yusuf, 82)
. . .
Hz. Ebu Bekir r.a. ölüm hastalığındaydı. Tavsiye isteyenlere anlattı, anlattı ve en son şöyle dedi:
- Ey Allahım ! Kimin güven ve ümidi senden başkası olduğu halde sabahlar ve akşamlarsa, o ziyan etmiştir.
Benim güvencim ve ümidim sensin.
Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak senin kudretinledir.
Ve bir müslümana ölüm gelip çattığında azaları birbirine selam verip şöyle der ki, selam sana!
Kıyamete kadar sen benden ayrılıyorsun, ben de senden ayrılıyorum.
Kimi yüzler karadır o gün…
Nihayet bir gün ölüm de öldürülür.
Ölüm, ölümün öldürüldüğü o gün ümitsizlerin son ümididir.
Zira onların Rableri'nden bir ümitleri yoktur.
Onun bahşettiği hayatta ona asi olmuşlardır.
Ne umacaklar?
“Keşke toprak olsaydım!”
Müslümanlara Allah Tealâ seslenir:
- Ey Ehli Cennet!
Onlar:
- Ey Rabbimiz! Ferman buyurunuz, emrinizi ifaya her zaman hazırız, derler. Allah Tealâ sorar:
- Şu halinizden razı mısınız?
Onlar:
- Rabbimiz , nasıl razı olmayalım? Sen bize hiçbir kimseye vermediğin bunca nimeti ihsan buyurdun.
Allah Tealâ şöyle mukabele eder onlara:
- Size ben bunlardan daha da üstün bir nimet vereceğim. O, sizden razı ve hoşnut olmamdır.
O gün, onlar Rablerinden razı, Rableri onlardan razıdır.
Bilmeden önce bilsek
Bedir savaşı sonunda Allah Rasulü s.a.v. Kureyş ölülerinin başına geldi ve isimleriyle seslendi:
- Ey Utbe bin Rebia , Ey Eba Cehil ! Siz Allah'a ve Rasulü'ne itaat etmiş olsaydınız itaatiniz sizi sevindirir miydi? Şüphesiz sevindirirdi. Biz Rabbimiz'in bize vaadettiği yardım ve zaferi kesin şekilde gerçek bulduk. Siz de bâtıl rabbinizin vaat ettiği vehimden ibaret zafer ve yardımı gerçek buldunuz mu?
Bu seslenişe tanık olan Hz Ömer r.a .:
- Ey Allah Rasulü ! Hayatta olmayan şu cesetlere ne söylersin, dedi. Efendimiz s.a.v. buyurdu:
- Muhammed'in hayatı kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, benim söylediğim sözleri siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz.
Onlar işitmez idiler. Şimdi işittiler.
Onlar görmez idiler. Şimdi gördüler.
Onlar bilmez idiler. Şimdi bildiler.
. . .
Yezid bin Numane anlatıyor: “Büyük vebada bir kız çocuğu ölmüştü. Babası onu rüyasında görmüş ve ona ahretin hallerinden sormuş. Kız şöyle demiş:
- Babacığım , biz büyük bir işin üzerine vardık. Biliyoruz ama yapamıyoruz. Siz yapıyor ama bilmiyorsunuz. Allah'a yemin ederim dünyaya dönüp bir veya iki tesbih etmek, bir veya iki rekât namaz kılmak benim nezdimde dünya ve dünyadaki şeylerden daha değerlidir.
. . .
Seni ey ölüm, bilmiyorum. Unutuyorum.
Bildiğimde, bir tek secdeyi, O'nun yolunda bir adımı, bir tesbih tanesini özleyeceğim.
Şüphesiz hayatımın bir hakkı var.
Ölümümün bir hakkı var.
Bir yetimin başını okşasaydım, diyeceğim.
Türlü çeşit kapılardan geçip geçip eşiğe bir kez daha varsaydım.
“Ya Rabbi! Ben pişmanım!” deseydim.
Senin mülakatına hazır beklerken, benim için istediğin bana sevimli olsaydı.
Ve o an dursaydı zaman.