Ezan oldum dinmedim, bayrak oldum inmedim, şehit oldum ölmedim. Adım Müslüman soyadım Türk benim...
  • ULVİ HOCAM NURKUL HOCAM 3700 GÜN 10 YIL OLDU LÜTFEN GELİN SİZİ ÇOK ÖZLEDİK.. İlimyuvası Yönetim İletişim ilimyuvasi.com@gmail.com

Kuruluş Savaşındaki Halk Kahramanları ve Hayatları

F@lsefe

Uzman Onbaşı
Kara Fatma - Kara Fatma Hayatı

Kara Fatma lâkabıyla tanınan Fatma Seher Hanım, 1888 yılında Erzurum’da doğmuştur. Babasının adı Yusuf Ağa, kocasının adı ise Derviş Bey’dir. Kocası da asker (Binbaşı) olan Fatma Seher Hanım, Edirne’de görev yapan eşiyle birlikte Balkan Harbi’nde yer almıştır. Daha sonra ise kendi ailesinden 10’a yakın kadını örgütleyerek 1.Dünya Savaşı’na katılmıştır. Mondros Mütarekesi’nden sonra ise eşi Derviş Bey’in vefat haberini almış ve Erzurum’a dönmüştür.
Erzurum’da bir süre kalan Fatma Seher Hanım, Sivas Kongresi’nde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek için Sivas’a gitmiş, kendisinden Milli Mücadele’ye katılmak için görev istemiştir. (Fatma Seher Hanım, bu dönemle ilgili anılarını 1944 yılında yapılan bir röportajda şu şekilde anlatmaktadır:
“Atatürk’ün Sivas’ta faaliyete geçtiğini haber aldığım dakikadan itibaren duyduğun sevinci tariften acizim ve ilk işim kısa bir hazırlıktan sonra Sivas’a müteveccihen hareket etmeyi kararlaştırdım; hemen yola çıktım ve Gülcemal Vapuru’yla Samsun’a, oradan da Sivas’a vardım.


Mustafa Kemal’in huzuruna çıkabilmek için muhtelif kıyafete girerek üç günlük bir mücadeleden sonra, devamlı bir takibin neticesi olarak, Sivas’ta öğle yemeğine davetli bulunduğu bir yere giderken yolda yakaladım. Üzerimde çarşaf vardı, yüzümde peçe ile kapalı idi. Kendisiyle bir mesele hakkında görüşmek istediğimi söyleyince, ilk defa sert bir lisan kullanarak, “Ne görüşeceksin?” mukabelesinde bulundular. Kalbimdeki vatan aşkı bu sert muameleye galip gelerek derhal peçemi kaldırdım ve İstanbul’dan buraya kadar sizinle görüşmek için geldiğimi, maruzatımın bir dakika için dinlenmesini rica ettim. Bunun üzerine pek yakında bulunan bir lokantaya beni kabul ettiler.


Mustafa kemal bu görüşme sırasında ona adını, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip-bilmediğini, savaştan korkup-korkmadığını sormuştur. Kara Fatma’nın verdiği cevaplar Mustafa Kemal’i memnun etmiş, “Kara Fatma, bütün kadınlar keşke senin gibi olsaydı” demiştir. Bu olaydan sonra Fatma Seher Hanım’ın adı “Kara Fatma” olarak kalmıştır.
Daha sonra ise Mustafa Kemal eline aldığı kâğıda bazı notlar yazarak Kara Fatma’ya vermiş “Haydi göreyim seni, verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul’a git, hazırlan ve işe başla” demiştir (Tansel, 2001, s.41). Fatma Seher Hanım, Mustafa Kemal’in bu isteği üzerine Sivas’tan hemen İstanbul’a geçmiştir.


Bir süre sonra İzmit’in işgal edildiğini duyan Kara Fatma, Topkapılı Pire Mehmet, Laz Tahsin, kardeşi Süleyman ve oğlu Seffeddin’nle birlikte bir çete kurarak, trenle gizlice İzmit’e geçmiştir. Bahçecik ve Servetiye yoluyla Paşaköyü’ne geçen Kara Fatma ve adamları burada karargah kurmuşlardır. Bu bölgede kısa sürede teşkilatlanmalarını tamamlayan Kara Fatma çetesi, çevredeki Türk köylüleriyle birlikte Yunanlılara karşı uzun süre mücadele etmişlerdir. (Özellikle, Bahçecik, Yeniköy, Değirmendere, Servetiye, Kaynarca ve Fındık Tepe civarında faaliyet gösteren Rum ve Ermeni çetecilere karşı, büyük bir başarı göstermişlerdir.)


İzmit, Kara Fatma gibi cesur yürekli insanlarımızın üstün gayretleriyle, 28 Haziran 1921 tarihinde düşman işgalinden kurtarılmıştır. Kara Fatma ve ailesi, İzmit’in kurtarılmasından sonra bir süre daha bu bölgede kalmışlardır.
Balkan, Sakarya, Başkomutanlık Muharebeleri’ne de katılarak Üsteğmenlik rütbesine kadar yükselmiş olan Kara Fatma, 1955 yılında Erzurum’da vefat etmiştir



DIYAP AGA

Kurtuluş savaşı sırasında vatanin birliği ve kurtuluşu için mensup olduğu Ferhatuşagi aşireti ile birlikte işgale karşı koyan bir halk kahramanı olan Diyap Ağa 1852 yılında Çemisgezek' in Gözlüçayır Köyünde doğmuştur.
Sultan II. Abdülhamit'in kurduğu Hamidiye alaylarında aşiret reisi olarak görev almış ve yararlıklar göstermiştir.
Diyap Ağa Sivas kongresi sırasında Atatürk ile ilişki kurmuş ve ona karsi eylemde bulunan Elazığ Valisi Ali Galip 'e karşı gelmiştir.
Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Dersim mebusu olarak yer almış ve Atatürk'ün takdirlerine mahzar olmuştur.
Milli Birlik ve beraberliğin tesis edilmesinin büyük önem taşıdığı bu günlerde 3 Kasım 1922 tarihinde mecliste yapmış olduğu konuşmayı güncelliğini bugünde koruması bakımından aynen vermekte fayda görüyoruz;

"-Efendiler, kusura bakmayınız, ben ihtiyarim.Hepimiz biliyor ve söylüyoruz ki; dinimiz ve diyanetimiz, aslimiz, neslimiz hep birdir. Bizim içimizde ayrılık,gayrılık yoktur. İsmimiz de, dinimiz de Allahımız da birdir. Başka ne diyeyim.Hepinize söz yetiştirmeye ben takat getiremem. Hepimizin halimize göre söyleyeceğimiz sözlerimiz vardır. Hele bu haller bir düzelsin de ondan sonra daha çok konuşuruz. Ben deniz ihtiyarim, kusura bakmayınız. Murahhaslarımız haklarımızı kurtarmaya Avrupa'ya gidiyorlar.Allah yardımcıları olsun. Hamd olsun gidenler dinini diyanetini bilen adamlardır.Zaten hepimiz biriz ve kardeşiz. Ama düşmanlar bizi birbirimize saldırtmak için tuzaklar yapıyorlar. Sen söyle, ben böyleyim diye. Ne yaparlarsa nafile, biz hep kardeşiz. Birisinin beş, bir diğerinin on oğlu olur. Biri hasan, biri Mehmet, biri Ahmet, bir Abdullah’tır. Fakat hepsi insandırlar. La İlahe illalah, Muhammed ün Resulullah... Iste bu... hepsi bu..."
Yine Diyap Ağa’nın ilk mecliste mebus olarak bulunduğu sıralarda İngiltere’den bir bayan gazeteci Türkiye'ye gelir. Bu sırada kendisine TBMM'de okuryazar olmayan cahil milletvekillerinin bulunduğu söylenir. Bunun üzerine merak edip bunlardan birisi ile görüşmek istemesi üzerine Diyap Ağa ile görüştürülür. Bu görüşme sırasında kendilerinin buraya niçin geldikleri ve görevlerinin ne olduğu sorusu üzerine Diyap Ağa,"Biz burada milleti idare edecek kanunları yaparız" cevabini verir. Diyap Ağa’yı köseye sıkıştırmayı düşünen İngiliz gazeteci bu defa "Kanun nedir ve nasıl yapılır" diye sorar. Diyap Ağa bu soruyu söyle cevaplandırır; "Bizde yaylalar vardır, halkımız geçimini sağlamak İçin keçi besler, bu keçilerden süt sağılır, bu süt ateşte kaynatılır ve biraz soğuduktan sonra içine damazlık denilen bir madde atılır, süt yoğurt olur, ondan sonra içine biraz su katılarak sıvıtılır, sonra keçi derisinden yapılmış tuluklara konulur ve üç ayaklı sehpaya ağzı bağlanarak asılır,iki kadın tarafından hastur, hustur yayılır ve içinden bir madde çıkar bu onun özüdür ki buna yağ denir.
Kanun da; bir kaç milletvekillinin hazırladığı bir taslağı meclise gelir, tartışılır, neticede memleketin ve milletin idaresine yararlı hale getirilir ve kanunlaşır.İste buna kanun derler ve böyle yapılır.
Diyap Ağa’nın bu izahı İngiliz gazetecinin hoşuna gider ve "bunların cahilleri böyleyse, kültürlüleri nasıldır Allah bilir" diyerek memnuniyet ile ayrılır.


Korgeneral Fahrettin Altay

(1880 – 26 Ekim 1974)

Kurtuluş Savaşı kahramanlarından asker ve politikacı. Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda Yunan Ordusu’nu kovalayarak İzmir’e giren ilk Türk süvarilerinin komutanıdır.

1880 yılında Arnavutluk’un İşkodra kentinde doğdu. 1902 yılında Harp Akademisi’ni bitirdi. İlk görev yeri olan Dersim ve çevresinde 8 yıl görev yaptı. 1913’te, Çatalca Aşiret Süvari Tugayı’nın başında Balkan Savaşı sonrasında Edirne’ye kadar gelen Bulgar ordusunu püskürttü. I. Dünya Savaşı bittiğinde 3. Kolordu kumandanıydı.

Kurtuluş Savaşı boyunca 12. Kolordu Kumandanı olarak ****baş isyanının bastırılmasında, 1. ve 2. İnönü Savaşları’nda Sakarya Savaşı’nda görev aldı. 1921’de tümgeneralliğe yükseltildi ve Süvari Gurup Komutanı oldu. Kurtuluş Savaşı’nın son yıllarında Uşak, Afyon, Alaşehir çevresindeki çarpışmlarda süvarileri büyük hizmet gördü. Kaçan Yunan ordusunu kovalayarak İzmir’e giren ilk süvari birlikleri Altay’ın komutasındaydı. Bu başarılardan sonra korgeneralliğe yükseltildi.

I. dönem TBMM’de milletvekili olarak bulunuyordu ama devamlı cephede görev yapmaktaydı. II. Dönem TBMM’de de yer aldı. Askerlik ve milletvekilliğini birlikte yürütmesi mümkün olmayınca Atatürk’ün isteğine uyarak meclisten ayrıldı ve orduda kaldı.

1944’te 1. Ordu Komutanlığı’na getirildi. Aynı yıl İran ve Afganistan arasındaki sınır anlaşmazlığında hakemlik yaptı. Hazırladığı rapor anlaşmazlığın çözümlenmesinde yararlı oldu.

1945'te, Yüksek Askeri Şüra üyeliği sırasında yaş haddinden emekliye ayrıldı.

1946-1950 yılları arasında Burdur milletvekilliği yaptı. Demokrat Parti’nin kuruluşunda rol oynadı. 1950’den sonra siyasi hayattan da çekilerek İstanbul'a yerleşti. 26 Ekim 1974’de hayatını kaybetti. Mezarı, Ankara'daki Devlet Mezarlığı'ndadır




Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI

Mondros Mütarekesi’nin uygulanışından itibaren düzenli ordunun kuruluşuna kadar geçen devreyi, Kuvâ-yı Millîye dönemi olarak nitelendirmek gerekir. Çünkü bu dönemde yapılan mücadele çok zor şarlar altında oluşturulan, millî kuvvetlerle verilmiştir. Kuvâ-yı Millîye adıyla kurulmuş olan bu güçler, düzenli ordu kurulması sürecinde zaman kazanma açısından çok önemli bir görevi başarıyla yerine getirmişlerdir.

Millî Müfrezelerimiz her an sınırı geçip güvenli bir bölgeye geçerek Millî Ordunun saflarına katılabilecekken işgal bölgesindeki sahipsiz, korumasız köylerin korumasını üstlenmiştir. Üzerlerine kuvvet çekerek Yunanlıların cephede kullanabileceği askerlerin bir kısmını bölgede tutmayı başarmışlardır. Böylece Türk Ordusu karşısındaki düşman baskısı belli bir ölçüde hafiflediği gibi, düzenli birliklerin güçlenmesine zemin ve zaman kazandırmışlardır.

Millî Mücadele ise, çöken bir imparatorluğun enkazları üzerinde, İmparatorluğun arta kalan unsurlarından çağdaş anlamda bir “Millî Devlet” kurma gayesine yönelik, yeniden doğuş hareketi olarak nitelendirilebilir. İşte Millî Mücadele’nin önemli bir kısmı gerek stratejik konumu, gerekse sosyal yapısı itibariyle ilginç bir çatışma sahası durumunda bulunan Kuzeybatı Anadolu'nun Balıkesir sınırları içerisinde cereyan etmiştir.

Tarihinin hiçbir döneminde haksızlıklara boyun eğmemiş olan Büyük Türk Milleti ülkesinin işgal edilmesine de seyirci kalmamıştır. Nitekim resmî makamların tüm çekimser tutumlarına rağmen, inisiyatif kullanan komuta kademesindeki subaylar emirleri altındaki birlikler ve mahalli kuvvetlerle düşman ilerlemesine silahla karşı koymuşlardı. Yunan işgal ve ilerlemesini reddeden Batı Anadolu insanı, hükümetin sükûnet tavsiye eden kararlarını dinlemeyerek bazı direniş heyetleri oluşturmuşlardır.

Mondros Mütarekesinden sonra İstanbul Hükümetinin acizliği karşısında tedirgin olan Türk halkı, müdafaa-i hukuk cemiyetleri teşkiline başlamıştı. İzmir’de teşekkül eden müdafaa-i hukuk cemiyetinin kongresine Balıkesir de delegelerini göndermişti. İzmir’de Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal ve tecavüzü üzerine Anadolu’nun her tarafındaki “müdafaa-i hukuk” cemiyetlerine bir de “redd’ül ilhak” ünvanı ilave edildi. Adeta hiç yoktan Millî bir ordu meydana çıktı. Balıkesir’de teşekkül eden büyük kongre, bu ordunun kuzey karargahı olmak üzere Balıkesir’i seçti.

Karesi Sancağı merkeziyle bağlı kazalar dahilindeki köylerin hane sayısını bildiren 20 Aralık 1916 tarihli icmal pusulasına göre Balat (*********) nahiyesinde birlikte 2406 hane bulunduğu anlaşılmaktadır. Balat Nahiye merkezinde ise 897 hane bulunmaktaydı. Köyleriyle birlikte toplam 3724 haneye sahipti. Hane başına en az beş nüfus hesabıyla yaklaşık 18-19 bin kişinin yaşadığı söylenebilir.

Yunan ordularının işgali sırasında düşman ordusu *********’in köy ve civarına karargah kurmamış, yalnız gelip geçmişse de halkın Birinci Dünya Savaşından arda kalan bir avuç erkeği, dul kadınları ve çocukları gece gündüz evlerinde tarla ve bahçelerinde daima korku içinde yaşamaya çalışmışlardır. O tarihte Yunan ordusuna katılan yerli çetelerce memleket idare edilmiş, çevrenin idaresi, emniyet ve sair her türlü işleri bu cahil eşkıya bozması çetelerin elinde kalmıştır.

İstanbul Hükümetine bakılırsa Karesi livası dahilinde 24 çete faaliyet gösteriyordu. Bunlar, Parti Pehlivan, Sarı Mehmed, Hüseyin Çavuş, Bakırlı Mustafa, Arnavud Arslan, Kadı Dağlı Hacı Veli, Bergamalı Arab Osman, Kamalı Bıyıksızın Ahmed, Geyelerli ?? Ömer Pehlivan çeteleri idi. Bunlar arasında olan Demirci Kaymakamı İbrahim Edhem ve Balat (Dursunili Kazası) kaymakamı Emin Beylerle daha bazı münevver kimseler, bu çetelerin Divân-ı Harb heyetini teşkil ediyordu. Bu çeteler genellikle Bigadiç, Sındırgı, Soma, Demirci, Simav, Çorum bölgelerinde dolaşıyordu. Kendilerini asayişle alakadar addeden çete reisleri tutukladıkları insanları mahkeme edip bu divân-ı harb heyetine veriyorlardı .

********* Kavacık nahiyesinden ve civar köylerinden kuvvetli hayvanları olanlar Kuvâ-yı Milliye'ye öküz arabaları ile Balıkesir'e gelip, depodan erzak ve cephane alarak Soma cephelerine taşıdılar. Kavacık köyünden İsmail oğlu Halil ve Mehmet oğlu Abdullah ile Şuleler köyünden Ali Osman, Hamzacık'tan İbrahim Ağa, Osmanlar köyünden Ömer ve yöre halkı 10-15 araba, *********'den gelen bir komutan aracılığıyla çevreden toplanan erzaklarla önce Soma cephesine gitmişler, oradan Bandırma'ya giderek cephane alıp, Soma cephesine taşımışlardır.

Kurtuluş Savaşı başlamadan önce buralara kadar gelen Yunanlılar burada eğlenmeden *********'e geçtiler. O sıralarda türeyen yerli eşkıyalar, yöredeki köyleri yakıp yıkıyorlardı . Seferberlik döneminde ilçemiz çeşitli eşkıyaların ve kendilerini Kuvâ-yı Milliyeci diyerek tanıtan çetelerin istilasına uğramıştır.

O zamanlarda çeşitli isimlerde çeteler üremişti. Bunlardan bazıları Yunan'a karşı mücadele ederken, bazıları da köyleri yakıp yıkıyor, altın ve gümüş topluyorlardı. Bir kısmı da Yunan’a hizmet eden bu çetelerle mücadele ediyordu. Nitekim 13 Ekim 1921 günü Balatlı Hasan Çavuş ve Bergamalı Arab Ali Osman idarelerindeki 190 kişilik bir çete Bigadiç’in Bekirler köyüne giderek Fabirler (Farlar) ?? köyünden getirttikleri Molla Süleyman’ın kulaklarını kestikten sonra kama ile boğazından yaralayıp öldürmüşlerdi .

Bu dönemde Durabeyler köyünde Hacı Salih 18 defa çetelerin baskınına uğramış, her defasında bu kadar altınım var diyerek onları başından savmıştı. Son kez Hacı Salih'e inanmayarak ayaklarını kızgın küle gömmüşler, başına kızgın sacayağı geçirmişler ve akla gelmedik eziyetler yaparak ölümüne sebep olmuşlardır.

Yerli eşkıya çeteleri eşkıyalık yaparken bunlara karşı koyan yöre halkı gitgide örgütlenerek Kuvâ-yı Milliye kuvvetlerini oluşturuyorlardı. Bu birliklerden Kaymakam İbrahim Ethem Bey ve Parti Pehlivan Kuvvetleri Sındırgı dağlarına gün geçtikçe hâkim olarak Yunanlıları köylere sokmamaya çalışmışlardır. Çevre köylerde eli silah tutanlar, Yunan'a boyun eğmeyenler, eşkiyalığa tenezzül etmeyenler, İbrahim Ethem Bey kuvvetlerine iştirak etmiştir.

10-22 Mart 1920 tarihlerinde toplanan Beşinci Balıkesir Kongresi Heyet-i Umumiyesi, sadece bölgenin değil, bütün ülkenin sıkıntılarına temas etmekte idi. Ayrıca aşağıda 5. maddede görüleceği üzere, Sivas Kongresi'nin (4-11 Eylül 1919) millî birlik ve istiklâlin muhafazası için ortaya koyduğu maksat ve esasları da benimsemiştir. Aralarında ********* nahiyesinin de bulunduğu büyük kurul aşağıdaki protesto metnini hazırlamıştır :

1- Hiçbir hak ve sebebe dayanmayan zâlim Yunan işgalinin devamına bütün varlığımızla ve şiddetle karşı koyulacak ve Yunanlılar herhalde Anadolu'dan kovulacaktır.

2- İzmir'e giden Karma Tahkikat Komisyonu’nun Yunan mezâlim ve fecâyi'i ve Yunan işgalinin kaldırılması hakkında düzenlemiş olduğu rapor Meclis tarafından medeni dünya kamuoyuna arz olunduğu halde Yunan işgal-i vahşiyânesinin devamı, ilân edilen ilkeler ve insanlık esaslarına aykırı olduğundan, Müslümanlar vatanlarının kurtulması için tamamen özgürce hareket etmeye sahip olmak hakkını elde etmişlerdir.

3- Her türlü işgal ve müdâhalenin ve bilhassa Rumluk ve Ermenilik teşkîli gayesine yönelmiş harekâtın reddi hususunda birlik olarak müdafaa ve mukavemet esâsı kabul edilmiştir.

4- Memleketimizde yaşayan bütün Müslüman unsurlar, birbirlerine karşılıklı sevgi, saygı ve vefa hissi ile dolu olarak ; gelenek-görenek, toplumsal durum ve çevre şartlarına riayetkar öz kardeştirler

5- Heyet-i Umumiye 4 Eylül 1919 tarihinde toplanan büyük Sivas Kongresinin Millî birlik ve bağımsızlığımızın korunması uğrunda kabul ettiği temel istek ve maksatlara tamamen iştirak eder".

********* yöresinin gençlerini Mehmet Bey örgütledi ve Milli Mücadele de şanlı göreve talip oldular. Milli Mücadelede Yunanlılarla yaptığı mücadele ile Devlete, Millete yaptığı unutulmaz hizmetlerinden dolayı Mehmet Konyalı'ya Milli Savunma Bakanlığı istiklal Madalyası vererek ödüllendirdi.

30 Haziran 1920'de Balıkesir'in Yunanlılar tarafından işgalinden birkaç gün sonra ********* kazası da bir Yunan birliği tarafından işgal edilmiş ve kasabada bir Yunan karakolu kurulmuştur. Akser (Akhisar), Soma, Giresun (Savaştepe), İvrindi, Ayvalık Cephelerinde Yunanlılara karşı göğsünü etten kemikten siper eden binlerce yiğit, cephaneleri tükendiği için geri çekilmek zorunda kaldılar, ve 3 Ekim 1920 tarihinde *********'de Yunanlıların işgaline uğradı.

Kasabada oturan birkaç Rum asıllı aile ile bazı Hürriyet ve İtilaf Partisi yandaşı, bu karakola yakın davranışlarda bulunmuşlarsa da kısa zamanda *********'de kurulan gizli bir teşkilat Sındırgı dağlarında Yunan işgaline karşı faaliyet yürüten İbrahim Ethem Bey yönetimi altında birleşmişler. *********'in çevresinin özellikle dağlık olması Milli Müfrezelerin sıkıştıkları zamanlarda sığındıkları ve birçok ihtiyaçlarını karşıladıkları bir yer olmuştur.

Çekilen ve dağılan Milli Müfrezeler silahlarını bırakmadı, köylere çekilenler hemen örgütlenerek, köyleri ve dağları Yunanlılara aşılmaz ve geçilmez yollar haline getirdiler. Çekilebilen Balıkesirliler ise önce Bursa'ya oranında işgali üzerine İnegöl cephesine Köplüce hattına çekildiler, burada daha sonra gelenlerle birleşerek, Karesi mürettep taburunu kurdular. Bu tabur İnönü ve Sakarya savaşlarında pek çok şehitler verdi. Başlarında da Balıkesir'in kahraman evlatlarından öğretmen Eminettin (Çeliköz) Bey bulunuyordu.

Kısa süre içerisinde dağlarlardaki düzensizlikler giderilmiş, Demirci Kaymakamı Balıkesir'li İbrahim Ethem Bey önderliğinde Parti Pehlivan ve Halil Efe önderliğindeki güçler dağlar da başı boş dolaşan zaman zamanda eşkıyalığa yönelen kuvvetleri düzene sokmuş, kendilerine bağlamışlardı.

6 Ağustos 1921'de Demirci'nin işgali üzerine dağlara çekilen, Akıncı müfrezeleri 13 Ağustos 1921 Cumartesi günü, Yağcı Dağı'nda kesin savaşma kararı alıp, yemin ederler.

Daha sonra Akdağ'a geçilir, mücadele mıntıkaları belirlenir ve Akıncı Müfrezeleri meydana getirilerek, Kuvâ-yi Milliyeciler, müfreze komutanlıklarına tayin edilirler.

Kaymakam İbrahim Ethem Beyin Milli Müfrezeler ile yaptığı Müfreze teşkilatlanmasında ********* ve çevresi 6 numaralı müfreze olan Aslan Ağanın müfrezesine verilmiş. Bu müfrezenin komutası, Aslan Ağanın 10. müfreze tayin edilmesiyle Arap Ali Osman Efendinin komutasına verilmişti. İbrahim Ethem Bey komutasındaki Akıncı müfrezelerine bağlı 1.Gönüllü müfrezelerinin başında da Balatlı Hüseyin Çavuş bulunmaktadır.

Bu müfrezeler, Balıkesir, Bigadiç, Sındırgı, Balat (*********), Kirmasti (Kemâl Paşa), Yenice, Kepsut, Simav, Demirci, Gördes, Salihli, Akhisar, Konakpınar, Kula, Eşme, Kırkağaç, Soma ve Gelenbe bölgelerinde görev yapacaklardı .

Düşmanın ileri harekâtı için hazırlıkta bulunduğu ve Gördes-Balat-Yenice yörelerine taarruz edileceği anlaşılıyordu. Düşmanın bundan maksadı buralarda toplanan akıncı müfrezeleriyle yardım bölüklerini dağıtmak ve askeri sevkiyatını emniyet altına almaktı . Bu harekât lâzım gelen makamlara bildirildiyse de cephe ilerisi olan ve hiç bir zaman harbe, askeri harekâta uygun olmayan Demirci - Gördes - Balat - Yenice bölgelerine karşı bir askeri yardımda bulunulamayacağı, mevziî kuvvetlerden yaralanılması gerektiği bildirildi. olduğundan tabiki Bunun anlamı, millî müfrezelerin kendi başlarına kalması, kendi kuvvetleriyle müdafaaya mecbur olması demekti. Bu gelişme üzerine bütün karakolların en iyi erleri merkezde toplanarak 50 kadar süvari ve bir miktar da piyade hazırlandı. Bunun için herhangi bir emir alınmamış olduğundan bütün sorumluğu İbrahim Ethem Bey üzerine aldı.

Balat'ın Meşhur Kükimdere Muharebesi

Demirci kaymakamı İbrahim Ethem Bey komutasındaki akıncı birlikleri, bütün gece düşmanın imhası için tertibat almakla meşgul oldu. Zira düşman müfrezesi içinde Dursun Beyli Zekeriya kumandasında beş altı tane de Müslüman gâvuru ! vardı. Bunlar Yunanlılardan fazla mezalim yapıyor, bütün köyler bunlardan elaman diyorlardı. Bunun için bütün efradın ağzında Zekeriya ve arkadaşları dolaşıyor, hepsi evvelâ bunlara, sonra gâvurlara silâh atalım, diyorlardı.

23 Aralık 1921 Cuma günü şafaktan bir saat önce yukarı Köçek köyünden harekâta başlandı. Birlikler, düşmana bir şey hissettirmemek ve izlerini göstermemek için üç saat uzaktan, Alaçam dağından dolaşmak suretiyle düşmanın geçmesi tahmin olunan Balat'ın Kükimdere civarına geldi. Atlar, Kükimdere'nin yarım saat yukarısındaki tepede bırakılarak seçme, fedaî kırk erle saat üçte sularında pusuya yatıldı.

Düşmanın esas kuvveti ile öncülerinin arası yaklaşık beş yüz metre olarak kabul edildiğinden Pehlivan Ağa ile Ethem Bey ve kıdemli erlerden iki kişi on yedi süvariden mürekkep olan düşman süvari öncü kolunu kaçırmamak üzere pusu ilerisindeki derenin karşı sırtlarını tuttu. İlk silâhı Halil Efe müfrezesi atacak ve Yusuf Çavuş takımı ile Arap müfrezesi derhal düşmanın arkasını keseceklerdi. Bu program üzerine herkes vazifesini almış ve mevziine girmişti. Düşmanın hareket edeceği yerden pusu mahalline kadar olan mesafe dört saatti. Bu mesafe dahilinde yüz metre mesafe ile ahaliden postalar dizilerek birbirine bağırmak suretiyle düşmanın gideceği yol bildirilecekti. Çünkü, düşmanın Altunlar yolunu takip etmesi ihtimali vardı. Mamafih nereye gitmiş olsa her halde takip edilerek taarruz olunacak ve bu düşmandan intikam alınarak Türklüğün gücü gösterilecekti.

Saat altıda düşmanın gelmekte olduğu bildirildi. Artık hiç bir şüphe kalmamış, düşman istenildiği surette pusuya sokulmuş demekti. Herkes düşmanın gelmesini sabırsızlıkla bekliyor, ah intikam, intikam diye birbirine fısıldıyor ve seviniyorlardı. Nasıl sevinmezler ki, Türkün namusuna taarruz etmek isteyen düşmandan intikam alacaklardı. Öğleden sonra saat yedide düşmanın öncüsü olan bir süvari müfrezesi göründü. Pusunun ortasından ve Halil Efe'nin karşısından geçerek Ethem Bey’le Pehlivan Ağa'nın olduğu tarafları dürbünle gözlerken Halil Efe'den ateş başladı. Çünkü, düşmanın esas kuvveti ile öncülerinin arası elli metre imiş; bunun için Halil Efe ateşe mecbur olmuş ve bu anî ateş karşısında neye uğradığını anlayamayan düşman oraya buraya kaçmağa çalıştıysa da kaçacak bir yer bulamayınca olduğu yerde kalıp mevzi aldı. Öncüleri ise pusu haricinde kaldığını zannederek ve hayvanları bırakarak Ethem Bey ve Pehlivan Ağa’nın bulunduğu taraftan silâh atılmadığı için onlara doğru süratle kaçmağa başladılar.

Onlar kendilerini artık pusudan kurtulmuş zannediyorlardı. Dereyi geçip ateş menziline girince şiddetli bir ateş başladı ve iki saatlik bir muharebeden sonra düşmandan on beş kişi imha ve meşhur Zekeriya ile bir Yunan neferi esir edildi. Maktullerin ikisi zabit ve Zekeriya'nın sağ olarak ele geçmesi büyük bir başarı idi. Bir süre sonra çatışmanın devam ettiği Halil Efe'nin bulunduğu tepeye çıkıldı.

Bu suretle gece saat bire kadar çarpışma devam etmiş ve düşmanın yetmiş kişi olan müfrezesi tamamen yok edilmişti. Bu muharebede erlerin ve müfreze kumandanlarının gösterdikleri büyük fedakârlık her türlü takdirin üstündedir.

Simav'lı Cafer Bey, Balya hâkiminin oğlu Muallim Tahsin Efendi, Kürt Şaban, Çetmi Hüseyin şehit ve Hacı Mustafa ile Simav Jandarma Kumandanı Yusuf Çavuş yaralandılar. Düşmanın o gece muharebe meydanında 39 maktulü sayılabilmiş ve yaralı olanların geri kalanı da ormanlarda bulunarak yalnız dört kişi sağlam kurtulmuştu. Müslüman gâvurlarından Zekeriya esir ve Kör Ali Bey'le Hakkı maktul olmuş ve yalnız İbrahim adında birisi kolundan yaralı olduğu halde kaçmıştı.

Bu arada kırkı aşkın silâh, pek çok cephane, bütün levazımatıyla bir otomatik tüfek, on dört at, altmış kaput ve pek çok askeri eşya yanında ve köylerden gasp etmiş oldukları almış oldukları eşya ve hayvanların tamamı ve akıncı müfrezelerinin eline geçmişti .

Gece olduğu için şehitler sabah toplanmak üzere orada haliyle bırakılarak gece Tuntunarcık köyüne gelindi. Sabahleyin muharebe meydanına gidilerek şehitler toplanmış ve düşmanın bulamaması için yarım saat uzak bir yere götürüldü. Üzerlerinde muntazam elbise, ayaklarında kundura ve çorap ve hatta iç donu olmayan ve yalnız istiklâli millî gayesiyle kışın bütün şiddetine rağmen bu kadar zamandan beri düşmanla boğaz boğaza uğraşan ve nihayet bu muharebede Türklük ve Müslümanlığa yakışır bir surette şehadet mertebesine kavuşan bu fedakâr ve muazzez Mehmetçikler civarlardan yetişen pek çok zevat-ı mutebere huzurunda ve bütün millet ve arkadaşlarının göz yaşlarıyla o civardaki ulu çamların diplerine defnedildi.

Düşmanla İşbirliği Yapanların Akibeti, Zekeriya'nın İdamı

Düşman ile beraber çalışan düşman ölüleri arasında bulunan Balatlı Kör Ali Bey ile Hakkı'nın başları kesilerek esir olan Zekeriya'nın boynuna asılarak, köylerde teşhire başlandı. O gün Bağcılar köyüne gelindiğinde bütün kadın ve çocuklar Zekeriya'ya hücum etmiş ve kurtarmak mümkün olmadığı gibi muhafız erler de o arada taş, sopa sadmesine uğramağa başladı. Bunun üzerine ibret-i müessire olmak üzere Zekeriya'yı Bigadiç nahiyesinin Okçular köyünün başındaki dört yolda 23 Aralık 1921'de asılarak göğsüne şu levhayı takıldı :

“ Ben vatan hainiyim, bu cezaya lâyıkım, ibret alın! ”

Böylece ********* büyük bir şerirden kurtulmuş oldu. Bu sırada bazı müfrezelerin uygunsuz davrandıkları Kaymakam İbrahim Ethem Beyin kesin emrine rağmen ********* çevresinde para topladıkları öğrenilince, İbrahim Ethem Bey bunları cezalandırmıştı.

Bu olay üzerine düşman beş yüz kadar süvari toplayarak çatışma yerine gelmiş ve fakat hiç durmayarak geri dönmüştü. Akıncı birlikleri de her ihtimale karşı Bağcılardan Kırca'ya ve oradan da tekrar Yukarı Göçük'e gelerek burada bir gece iyice istirahatten sonra Bozbul'a, Alaçam, Akdağ eteklerinde ve Görendere, Hacıömer deresi, Kızılcık köyleri civarında pek ziyade kar ve soğuk olduğu halde vakit geçirdiler. Fazla olan iki Belçika tüfeği ile bir kır kısrak Ali Çavuş'a ve otomatik tüfek de Taviş köylü Kâzım Ağa'ya emaneten bırakıldı.

Sakarya Zaferi sonucunda çok ağır bir darbe alan Yunan kuvvetleri işgali altındaki yerlerde intikam alırcasına masum, korumasız halka akla gelmedik mezalimde bulunuyordu. Köyler yakılıp yıkılıyor, kadın ve kızlarımızın namusları kirletiliyordu. Balıkesir’in ileri gelen eşrafından pek çok kişi hapishanelere atılmış, türlü işkencelere maruz kalmıştı. Karasi Livası ile Demirci - Gördes, Simav, Emet, Tavşanlı, Kirmastı, Gediz, Bigadiç, Balat, Karacabey, Akhisar, Kırkağaç, Bergama, Eşme, Kula, Salihli, Uşak kasabalarında eşraf namına kimse kalmadığı gibi kuradan da üçer beşer kişi toplanmış ve akibetleri hakkında herhangi bir bilgi elde edilememişti .

Düşmanın işgali altındaki yerlerde yapmış olduğu fecâyi ve mezâlimin burada izahı mümkün değildir. Bu mezalimin birkaç büyük cilde bile sığması mümkün değildir. Yalnız düşman fecâyi ve mezâlimine küçük bir misal olarak iki üç nahiyede iki ay zarfında 200 kadının ırzına tasallut edilmiş, 50 yi aşkın erkek ve kadın hayvan boğazlar gibi boğazlanarak cesetleri kemikleri yollarda bırakılmıştır.

İşte bu fecâyi Bigadiç, Balat, Çorum nahiyelerinin köylerinde yapılmıştır. Buralarda soyulmadık bir ev kalmadığı gibi bir kısmı yakılmış ve ele geçen kadınların ırzına taarruz edilmiş ve bir kısmı da ateşle yakılmışlardır. İki nahiyede yapılan fecaiyi bu olursa diğer yerlerde, köylerde yapılan mezalimin boyutlarını varın siz düşünün.

Irzını, canını muhafaza edebilenler sırf dağlara iltica ve firar edenlerdir. Bütün dağlar düşman mezaliminden firar edenlerle doluydu. Hatta Türklük ve Müslümanlığın kutsiyet ve ulviyetini düşmana göstermek ve namusunu muhafaza eylemek için birçok kadınlar ellerinde silâh müfrezelerle çalışmaktadırlar. Şehit Halil Efe'nin ailesi Makbule Hanım eşi gibi birkaç çatışmaya girmiş ve Kocayayla muharebesinde şehadet mertebesine erişmiştir. Düşmanın bu mezalimine rağmen müfrezelerimiz tesadüf ettikleri silahsız yerli Rumlara katiyen ilişmemiş ve hatta kendilerine emniyet vesikaları verilmiştir.

Yunan ordusu buralara ancak küçük birlikler halinde ulaşabilmiş, asıl kuvvetini ********* merkezinde tutmuştur. Karşılarında çekinecekleri bir kuvvet yok sanan Yunan ordusu, ansızın Orhaneli üzerinden gelen Eminettin (Çeliköz)Bey komutasındaki Türk Ordusunu buldu. Türk Ordusu buradaki Kuvâ-yı Milliye müfrezeleri ile birleşerek, düşmanı buralardan sürüp çıkardı .

Bu arada Yunanlılar eşraftan bazı kişileri gözdağı vermek veya rehin olarak kullanmak için alıp götürmüşlerdi, ve bu insanları nereye götürdükleri uzun süre öğrenilememişti, Kaymakam İbrahim Ethem Beyin ordu ile yaptığı haberleşmeden sonra, bütün köylere görevler verilmiş, kurtuluş yaklaştığında bütün verilen emirler tatbik edilmiş 1 Eylül 1922'de *********'in bütün köylerinin yollarını kesmiş, Karakolları basmış ve dağları geçilmez yapmıştı. Bu ********* Müfrezesinin başında Balatlı Mustafa Çavuş Yunan işgali sırsında Milli Müfrezelerle Balıkesir arasındaki haberleşmeyi sağlamış, ihtiyaçlarını gidermişti. ********* müfrezeleri kendi kendilerini kurtarmıştır.

Dağlarda halkı Yunan zulmünden ve eşkıyalardan koruyan Milli müfrezelerle Balıkesir'de bulunan "Ayın Pe" isimli gizli teşkilat arasında kuryelik yapan *********li Ömer Lütfü Büber'in hizmetleri her türlü takdirin üzerindedir. Bu fedakar memleket çocuğu ölümleri göze alarak, her ihanete göğüs gererek Milli Müfrezeler için gerekli malzemeyi Balıkesir'den ve *********'den temin ederek unutulmaz hizmetler başarmıştır.

Menemen Ovasında 2 yerinden yaralandığı halde kurtulmayı başaran Arap Ali Osman Efe yaralarının iyileşmesi ve müfrezenin dinlenmesi için Bigadiç ve ********* arasındaki bölgeye çekildi ve bölgeyi uzun süre kontrolü altında tuttu. Zaman hızla geçiyor Yunanlıların Anadolu macerasının sonu geliyordu. Büyük taarruzun beklendiği günlerde, Ali Osman Efe de Kaymakam İbrahim Ethem Beyden aldığı emir ile daha önemli görevler için yöreden ayrıldı.

24 Ağustos 1922'de alınan isabetli bir kararla harekete geçen İbrahim Ethem Beyin kuvvetleri, Yunan karakollarını basıyor, telgraf tellerini tahrip ediyor, yolları, köprüleri, demiryollarını uçuruyor, yolları kesiyor, top yekûn bir gayretle kasabaları tek tek kurtarıyordu.

Eminettin Bey kuvvetleri, önüne çıkan Yunan karakollarını yok ederek, dağılan Yunan Ordusunun kuvvetleri ile çarpışarak *********'e geldi. O zamanki ismiyle Balat'ı düşman işgalinden kurtardı. Milli Müfrezelerin yaklaştığını duyan nahiyedeki Yunan karakolu ve yerli Rumlar birlikte kaçtıklarından, ********* de vukuatsız olarak kurtarıldı. 3 Eylül 1920’de işgalcilerden temizlenen ********* bu günü resmi kurtuluş günü kabul edip, her yıl coşku ile kutlamaktadır.

Ulusal namusun galeyanı ile ayaklanmış olan Türk Milleti, bizzat hükümdar tarafından elleri, kolları bağlanarak düşman ayaklarının önüne atılmak istenmiştir. Bugün ve yarın tarihin bu noktası geldikçe, Türkiye Cumhuriyeti’nin evlatları buralarda derin düşünceye dalacak ve büyük dersler çıkaracaklardır.

Bu aziz vatanın topraklarını kanlarıyla sulamış, bayrak bayrak kutsallaştırmış şehit ve gazilerimizin ölümsüz hatıraları önünde bir kez daha saygı ve minnetle eğiliyoruz. Ayrıca bu muazzam muharebelerde tarih sahnesine çıkarak bir güneş gibi doğan eşsiz kahraman Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün, bütün komutan ve silah arkadaşlarının da manevi huzurunda engin saygılarımızla eğiliyor, onları rahmet ve minnetle anıyoruz.





Kemalettin Sami Gökçen (1884 - 1934)

Asker, Kurtuluş Savaşı komutanlarından ve diplomat. 1884 yılında Sinop'ta doğdu. 1905'de Mühendishanei Berii Hümayun'u, 1908'de Harp Akademisi'ni bitirdi. 1919'da Kurtuluş Savaşı başlarında Kafkas Tümeni Komutan vekili idi. Bu tümenin komutanı olarak II. İnönü Savaşı'na katıldı ve başarı gösterdi. Kemalettin Sami Paşa, savaş sonunda Ankara komutanlığına atandı. Aynı zamanda 1923'de Sinop milletvekili olarak Meclis'e girdi. Ertesi yıl milletvekilliğinden istifa etti.

1928'e kadar orduda kalan Kemalettin Sami Paşa, 1926'da korgeneralliğe yükseldi. Emekliye ayrıldıktan sonra Berlin büyükelçiliğine atandı. 1934 yılında İstanbul'da öldü.




Ahmet Nurettin Baransel, (doğum 1897 İstanbul - ölüm 21 Mayıs 1967) Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 7. Genelkurmay Başkanı'dır.

Orgeneral Nurettin Baransel, 1912 yılında Piyade Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitirdi. 1919 yılına kadar Takım Komutanlığı, Emir Subaylığı ve Bölük Komutanlığı yaptıktan sonra 1919 yılında Harp Akademisi'ne girdi. 1 Mart 1921 tarihinde Harp Akademisi'nde öğrenci iken Anadolu'ya iltihak ederek çeşitli birliklerde görev yaptı. 1923 yılında tekrar girdiği Harp Akademisi'ni 1925 yılında bitirerek Kurmay oldu. 1939 yılına kadar çeşitli karargah ve birliklerde görev yaptı.

1939 yılında Tuğgeneral, 1941 yılında Tümgeneral, 1947 yılında Korgeneral ve 1951 yılında Orgeneralliğe yükseldi. Tuğgeneral rütbesi ile 1. Süvari Tümen Komutan Vekilliği, Tümgeneral rütbesi ile 16. , 5. , 22. ve 17. Tümen Komutanlığı, 1. Ordu Kurmay Başkanlığı, Korgeneral rütbesi ile 6. ve 3. Kolordu Komutanlığı ve 3. Ordu Komutan Vekilliği , Orgeneral rütbesi ile 3. ve 1. Ordu Komutanlığı görevlerinde bulundu.

6 Nisan 1954 tarhinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevine atandı. 28 Mayıs 1954 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 25 Ağustos 1955 tarihinde ayrılarak Yüksek Askeri Şura Üyeliği görevine atandı. Bu görevde iken 14 Temmuz 1960 tarihinde yaş haddinden emekli oldu.

Balkan Savaşı, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'na katıldı.
 
Üst Alt