K
katip
Guest
Adaşımdan bahsetmesem çatlardım..
1609 - 1657
'BÜYÜK Türk bilgini ve bibliyograf. İstanbul'da doğdu ve öldü. Bir silâhtarın oğludur. On dört ya-sında sarat/ kalemlerinden birinde kâtiplikle hayatım kazanmaya başladı. Çelebi ve kâtip unvanları buradan gelir. Sonraları yabancılar. Hacı Halife unvanını Hacı Kalfa'ya çevirdiler. Halifelik, onun yükseldiği en ileri büro şefliğiydi. Birçok sefere katılmış, ordu kâtipliği de yapmıştır.' Yirmiden fazla eseri vardır.
En önemlisi Keşfüzzünun'dur.
1633 Halep çarşılarında kâtibi kavuklu, ince, yirmi dört yaşlarında bir genç, cübbesinin etek*lerini savurarak, yel yepelek, yelken kürek, dolaşıp duruyordu. Hacca gidecekti ama, önce yapılası işlerini bitirmesi gerekiyordu. Talebei ulûmdandı kendisi, yani medrese modasıydı, ilim öğreniyordu. Hoş, aslında Yeniçeri kâtibiydi ama, bu, geçimini sağlamak içindi. Öteki mollalar gibi köy kasaba dolaşıp on bir ayın bir sultanı Ramazan'da kışlık gıdasını, erzakını toplayacak kadar vakti yoktu. Çelebi Mustafa, gerçekten ilim istiyordu.
Elindeki üç beş kuruşu kitaplara yatırması bundandı zaten. Halep çarşısı esnafı, bu tüysüz genci tanımışlardı artık. «Gene geliyor» dedikleri zaman hiçbir yazma eserin gerçek değerine gitmeyeceğini bilirlerdi. Çelebi Mustafa, bazan o kitapları, bir gecede okumak şartiyle kiralardı. Gerçekten, koskoca ciltleri okurdu da bir gecede... Bütün masrafı, iki akçeye aldığı bir mumdan ibaretti. Onun ilim öğrenmeğe karşı bu isteği ve bu kadar ateşle çalışması, esnafta kâr isteği bile bırakmamıştı.
Molla Mustafa, Halep Medresesi'ne döndüğü zaman kolu, koltuğu kitap dolu olurdu. Hemen yere çöker, pencere içine yerleştirdiği mumunu ateşler, divitini çıkarır, kamış kalemini cızırdatarak meşk kâğıtları üzerine not almağa başlardı: «Hadikatüs-suadâ... eser-i merhum Fuzûli Muhammet Efendi... Kerbelâ Vak'ası ve Hasan-Hüseyin Kıssası ve Peygamber Efendimiz'le ilgili olaylar» sonra sayfa sayısı yani yaprak (varak) ve nüshayı hazırlayan kâtip...
Molla Mustafa, bütün bunları yazardı. Sorarlardı kendisini yeni yeni tanımış ve sevmeğe baş*lamış olan sahaflar: «Kuzum Molla, yazan yazmış, ya sen ne diye bunların künyelerini çıkarırsın yeniden?». Ya da Halep Medresesi'nde okuyan başka mollalar takılırlardı: «Bre Yeniçeri kâtibi? nedir zorun bu kitaplarla? Hiçbirisini almazsın, mülk edinmezsin, yazar bre yazarsın... Başkalarının ilmini çalarsın, geçinmek midir muradın, yoksa eser mi telif edersin?»
Kâtip Çelebi Efendi, gerçekten çelebi huylu ve efendi olduğu için, sadece bıyık altından gülerdi butakılmalara. Ciddiye almazdı, ilmin satırda değil, sadırda (göğüste) olduğunu o da bilirdi. Ama, onca kitabı bir araya getirmenin imkânsızlığı karşısında, yüzlerce, binlerce eseri okuyup unutmak tabiî olduğuna göre onların hiç değilse konularını bir deftere kaydetmenin faydasını kendisi tecrübeyle biliyordu. Nitekim, geceler birbirini kovalayıp defterler birbiri üstüne yığıldıkta muazzam bir cilt meydana geldi.
Bir zamanlar Halep çarşılarında yel yepelek yelken kürek koşuşup duran Kâtip Çelebi, çalıştığı yerde halifeliğe kadar yükseldi. Meydana getirdiği eserleri merak sahipleri Osmanlı ülkelerinin dışından gelerek tetkik eder oldular. Taş bir medrese odasında, mum ışığında göz nuru dökerek meydana getirdiği o koskoca «Keşfüzzünun», o zamana kadar bilinen ilimler hakkında yazılmış tekmil eserleri özetleyen eşsiz bir kitap olmuştu. Öyle ki, elden ele yazma kopyaları çıkarılarak çoğaltılan kitap, kâfirler diyarında Hacı Kalfa diye anılır olan Hacı Ha-life'nin, yani Kâtip Çelebi'nin en değerli eserlerin*den sayıldı.
Keşfüzzünun, üç yüzden fazla fen ve bilim dalında yazılmış 1450 kitabın fihristini, ansiklopedik bir mahiyette sıralayan, bu eserler hakkında, kısa ve özlü bilgiler veren eşsiz bir bibliyografyadır. Kâtip Çelebi'nin «Cihan-numâ»sı, «Fezleke»si, «Tuhfet-ül-kibar»ı, «Mizân'ı-Hakkm, «Dustûr'l-Amel»i, «Tak-vîmu't-Tevarih»i başlıca eserleridir.
Vaktiyle kendisine «Ne yaparsın bre Yeniçeri kâtibi?» diye takaza edenler şimdi saçları sakallarına karışmış, kadılıklarda kalmış, ilim yolunda ilerleyebilmek için onun eserine başvurarak ancak orada gördükleri eserlerin asıllarını aramağa ve tafsilâtını öğrenmeğe mecbur olmuş insanlar haline gelmişlerdi.
Hacı Kalfa, bildiği yabancı dillerde de eserlerinin tercümelerini, özetlerini vücuda getirdi. Böyle*likle adını bütün cihana duyurdu. İlimleri sınıflandırmak, o yolda yazılmış eserlerin tekmilini özetlemek suretiyle Türk dilinin ilk bibliyografyasını, kitap bilgisi ve listesini vücuda getirmek şerefi, tarihimizde ona nasip oldu.
Kâtip Çelebi, 1657 yılında, 48 yaşındayken vefat etti. Mezarı Zeyrek'tedir,
turkbilim.org den alıntıdır.
1609 - 1657
'BÜYÜK Türk bilgini ve bibliyograf. İstanbul'da doğdu ve öldü. Bir silâhtarın oğludur. On dört ya-sında sarat/ kalemlerinden birinde kâtiplikle hayatım kazanmaya başladı. Çelebi ve kâtip unvanları buradan gelir. Sonraları yabancılar. Hacı Halife unvanını Hacı Kalfa'ya çevirdiler. Halifelik, onun yükseldiği en ileri büro şefliğiydi. Birçok sefere katılmış, ordu kâtipliği de yapmıştır.' Yirmiden fazla eseri vardır.
En önemlisi Keşfüzzünun'dur.
1633 Halep çarşılarında kâtibi kavuklu, ince, yirmi dört yaşlarında bir genç, cübbesinin etek*lerini savurarak, yel yepelek, yelken kürek, dolaşıp duruyordu. Hacca gidecekti ama, önce yapılası işlerini bitirmesi gerekiyordu. Talebei ulûmdandı kendisi, yani medrese modasıydı, ilim öğreniyordu. Hoş, aslında Yeniçeri kâtibiydi ama, bu, geçimini sağlamak içindi. Öteki mollalar gibi köy kasaba dolaşıp on bir ayın bir sultanı Ramazan'da kışlık gıdasını, erzakını toplayacak kadar vakti yoktu. Çelebi Mustafa, gerçekten ilim istiyordu.
Elindeki üç beş kuruşu kitaplara yatırması bundandı zaten. Halep çarşısı esnafı, bu tüysüz genci tanımışlardı artık. «Gene geliyor» dedikleri zaman hiçbir yazma eserin gerçek değerine gitmeyeceğini bilirlerdi. Çelebi Mustafa, bazan o kitapları, bir gecede okumak şartiyle kiralardı. Gerçekten, koskoca ciltleri okurdu da bir gecede... Bütün masrafı, iki akçeye aldığı bir mumdan ibaretti. Onun ilim öğrenmeğe karşı bu isteği ve bu kadar ateşle çalışması, esnafta kâr isteği bile bırakmamıştı.
Molla Mustafa, Halep Medresesi'ne döndüğü zaman kolu, koltuğu kitap dolu olurdu. Hemen yere çöker, pencere içine yerleştirdiği mumunu ateşler, divitini çıkarır, kamış kalemini cızırdatarak meşk kâğıtları üzerine not almağa başlardı: «Hadikatüs-suadâ... eser-i merhum Fuzûli Muhammet Efendi... Kerbelâ Vak'ası ve Hasan-Hüseyin Kıssası ve Peygamber Efendimiz'le ilgili olaylar» sonra sayfa sayısı yani yaprak (varak) ve nüshayı hazırlayan kâtip...
Molla Mustafa, bütün bunları yazardı. Sorarlardı kendisini yeni yeni tanımış ve sevmeğe baş*lamış olan sahaflar: «Kuzum Molla, yazan yazmış, ya sen ne diye bunların künyelerini çıkarırsın yeniden?». Ya da Halep Medresesi'nde okuyan başka mollalar takılırlardı: «Bre Yeniçeri kâtibi? nedir zorun bu kitaplarla? Hiçbirisini almazsın, mülk edinmezsin, yazar bre yazarsın... Başkalarının ilmini çalarsın, geçinmek midir muradın, yoksa eser mi telif edersin?»
Kâtip Çelebi Efendi, gerçekten çelebi huylu ve efendi olduğu için, sadece bıyık altından gülerdi butakılmalara. Ciddiye almazdı, ilmin satırda değil, sadırda (göğüste) olduğunu o da bilirdi. Ama, onca kitabı bir araya getirmenin imkânsızlığı karşısında, yüzlerce, binlerce eseri okuyup unutmak tabiî olduğuna göre onların hiç değilse konularını bir deftere kaydetmenin faydasını kendisi tecrübeyle biliyordu. Nitekim, geceler birbirini kovalayıp defterler birbiri üstüne yığıldıkta muazzam bir cilt meydana geldi.
Bir zamanlar Halep çarşılarında yel yepelek yelken kürek koşuşup duran Kâtip Çelebi, çalıştığı yerde halifeliğe kadar yükseldi. Meydana getirdiği eserleri merak sahipleri Osmanlı ülkelerinin dışından gelerek tetkik eder oldular. Taş bir medrese odasında, mum ışığında göz nuru dökerek meydana getirdiği o koskoca «Keşfüzzünun», o zamana kadar bilinen ilimler hakkında yazılmış tekmil eserleri özetleyen eşsiz bir kitap olmuştu. Öyle ki, elden ele yazma kopyaları çıkarılarak çoğaltılan kitap, kâfirler diyarında Hacı Kalfa diye anılır olan Hacı Ha-life'nin, yani Kâtip Çelebi'nin en değerli eserlerin*den sayıldı.
Keşfüzzünun, üç yüzden fazla fen ve bilim dalında yazılmış 1450 kitabın fihristini, ansiklopedik bir mahiyette sıralayan, bu eserler hakkında, kısa ve özlü bilgiler veren eşsiz bir bibliyografyadır. Kâtip Çelebi'nin «Cihan-numâ»sı, «Fezleke»si, «Tuhfet-ül-kibar»ı, «Mizân'ı-Hakkm, «Dustûr'l-Amel»i, «Tak-vîmu't-Tevarih»i başlıca eserleridir.
Vaktiyle kendisine «Ne yaparsın bre Yeniçeri kâtibi?» diye takaza edenler şimdi saçları sakallarına karışmış, kadılıklarda kalmış, ilim yolunda ilerleyebilmek için onun eserine başvurarak ancak orada gördükleri eserlerin asıllarını aramağa ve tafsilâtını öğrenmeğe mecbur olmuş insanlar haline gelmişlerdi.
Hacı Kalfa, bildiği yabancı dillerde de eserlerinin tercümelerini, özetlerini vücuda getirdi. Böyle*likle adını bütün cihana duyurdu. İlimleri sınıflandırmak, o yolda yazılmış eserlerin tekmilini özetlemek suretiyle Türk dilinin ilk bibliyografyasını, kitap bilgisi ve listesini vücuda getirmek şerefi, tarihimizde ona nasip oldu.
Kâtip Çelebi, 1657 yılında, 48 yaşındayken vefat etti. Mezarı Zeyrek'tedir,
turkbilim.org den alıntıdır.