Ezan oldum dinmedim, bayrak oldum inmedim, şehit oldum ölmedim. Adım Müslüman soyadım Türk benim...
  • ULVİ HOCAM NURKUL HOCAM 4383 GÜN 12 YIL OLDU LÜTFEN GELİN SİZİ ÇOK ÖZLEDİK.. İlimyuvası Yönetim İletişim ilimyuvasi.com@gmail.com

Insanın kendini tanıma yolculuğunda temel esaslar

incinme

Uzman Çavuş
Evrendeki canlılar içinde en değerli varlık insandır. İnsanın kendini ve mahiyetini bilmesi ve tanıması, her işin başlangıç kısmını oluşturur. Eflatun akademisinin kapısında “kendini bil” ibaresi yazili imiş. Bizim dünyamızdan bir ses, Yunus ise “İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir” diye not düşer tarihe. Keza, Hz. Resulullah’ın (sas) “Nefsini bilen, Rabbini bilir” hadisi de insanın bu mantıkla, aklın ve kalbin derinliklere dalarak, kendisiyle ilgili ipuçlarını yakalaması bakımından, uyarı mahiyetinde söylediği örnek bir sözdür.

Kamil insan olma ve güzel ahlakın kazanılmasının öncelikli şartı ve en mühim esası insanın kendini bilmesi ve aşmasında saklıdır. İnsanoğlu acizliğini, noksanlığını ve fakirliğini bildiği ölçüde “kendini sıfırlar” ve seviye kazanır. Kendini bilmek, insanın siret ve suret (iç ve dış) bütünlüğünü sağlanması ile yakından alakalıdır. İnsanın kendini bilmesi, nereye gideceğini bilmesinden çok daha önemlidir. Kişi kendini ve anatomisini tanıyınca, hedefleri de ortaya çıkar. İnsanın iç dünyası değiştikçe, gideceği yön de değişir. Einstein’ın kehanetinde dediği gibi çok buudluluğa açılmaktır. Çok buudluluğa açılabilenler, dar çerçevenin bir başka tabirle suretlerinin dışına çıkar ve siretlerine göre mahiyet alırlar. Siret, insanın tavırları, davranışları, inançları, değerlendirmeleri, yorumları, bakışı ve te’villeridir. Bu durumda siretine göre bir resmi olur her insanın. Gözler basiretin emrine verilerek, buradan bakınca altı-yedi buudlu derinlikleri, hatta öbür alemi, Cenneti-Cehennemi, arşın yanı başında İsrafil’in azametli heykelini görmek... Evet insan, bilkuvve (potansiyel) istidadı ile (Allahu a’lem) görebilir bütün bunları”.

İnsan, afaki ve enfüsi tefekkürle sürekli kendi iç aleminde bir derinlik ve yenilik yaşamalı ve Cenabı Hakk'ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunun idrakine varıp O'nu her an yanında hazır ve nazır hissetmelidir ki böyle bir insan arzuları ve cismaniyet’nin esiri olmaktan Rabbin koruması ile uzak dursun. Hem madem Zatı Zülcelal herkesi biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor; herkes de nefsini ve kendini bilmeli, O’nu bilmeli, hürmetle bildiğini bilmelidir. Zira, Allah’a karşı lakayd kalana da Allah nefsini unutturur ki bu da insanın tepetaklak ve heba olup gitmesi demektir.

İç ve dış bütünlüğü

İç ve dış bütünlüğü insanı dengeli ve tam kılar. Bunlar öyle bir bütünün parçasıdır ki, bir parçanın tam manasıyla işe yaraması için diğerinin mevcudiyeti şarttır. Ancak her iki parça bir araya gelince, insanın duygu, düşünce ve davranış boyutu tam teşekküllü ve terazidedir denebilir. İç ve dış bütünlüğünün olmadığı yerde, gerçek manada kamil ve ahlaklı insandan bahsetmek mümkün değildir. Erdemli ve kamil insan olma, kalp, kafa ve karakter eğitiminin dengeli bir şekilde gerçekleşmesiyle, başka bir ifadeyle, nefsin ıslahı ve arındırılmasıyla sağlanabilir.

Kendini tanımak, gelişim ve yenilenme, ya afaki ya da enfüsi olmak üzere iki tarzda gerçekleşir. Afak ve enfüs arasındaki dengesizlik, o nisbette davranış, performans ve başarısızlığa yansır. Enfüsi tefekkür, insanın kendi mahiyetini keşfetmesi, kendi üzerinde gözlem ve çalışma yapması, üstün ve eksik taraflarının farkına varması ve bunları güzel ahlak çerçevesinde şuurlu davranışlar sergileyerek kontrol edebilmesi gibi faaliyetleri kapsar. İşte bu yönleri ile enfüsi tefekkür, nefsin ve ahvalin okunması açısından çok önemlidir. Nitekim, afakın doğru okunması, enfüsün doğru okunmasına bağlıdır.

Cenabı Hak insanlara, onların sıfatlarına, yani kalplerine ve kalbin semeresi olan amellerine bakarak değer verir. Zira, Peygamber Efendimiz (sas) bir keresinde eliyle göğsünü işaret ederek: "Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat; kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır." demiştir. Bu zaviyeden bakıldığında hakiki mümin iç-dış ahengini sağlamış, yani kalp ve amel bütünlüğüne ermiş insan demektir. Böyle birinin hayatında iç ve dış çatışması söz konusu değildir. Kendini bilmeyen ve kendisiyle barışık olamayan insanın yapacağı ve yaptıracağı çok fazla iş de yoktur. Başkalarını anlamanın ve değiştirebilmenin ana şifresi insanın kendisini bilmesi ve anlamasında gizlidir. Kendini tanımayan, şuuraltına inemeyen ve davranışlarını değiştiremeyen insanın başkalarını değiştirdiği pek görülmemiştir.

Güzel ahlakı hatırlatıcı prensipler

İnsanın kendini tanıma yolculuğunda, kendisine eksikliklerini, kusurlarını ve hatalarını hatırlatıcı yol haritalarına ve işaret levhalarına ihtiyacı vardır. İnsanın kabahatleri ve kusurlarını bilmesi, hissetmesi ve sezmesi, güzel ahlakı edinmesinde çok önemli bir aşamadır. İnsan kendi eğri ve ayıplarını, arıza ve noksanlıklarını görmeden, bunlardan kurtulması ve doğruya yönelmesi mümkün değildir. Bu sebeple insanın kabahatlerini ve kötü huylarını kendisine sezdirici faktörlere ve amillere ihtiyacı vardır.

Ahlak kişinin neyi, nerede, nasıl, niçin yaptığına dair bilgi, davranış ve hislerin tümüdür. Ahlak aynı zamanda, insanın evrensel değerleri ve insandaki duyguların keşfi demektir. Kişinin mizacı ve yaratılıştan gelen özellikleri nötrdür, iyiye ya da kötüye yönlendirilebilir. Yönelişi sağlayan ise ahlaktır. Bu noktada karakter ve ahlak eğitimi hayati öneme sahiptir. İki tür ahlak vardır:

1. Yaratılıştan gelen mizaçla şekillenen ahlak.
2. Kişinin sonradan kazandığı ve edindiği ahlak

Bu iki ahlak birbirlerinden bağımsız olarak düşünülemez. Birincisi daha çok mizaç ve fıtrat eksenli iken, ikincisi insanın sonradan edindiği kişilik özelliklerini yansıtır. Ayrıca, ahlak meselesinde en önemli noktalardan birisi de referans olarak hangi ahlakın alındığıdır.

Hayat pistinde koşarken, insanın içine düşebileceği vartalar ve çukurlardan korunması adına, uzağı ve yakını net ve pürüzsüz gösteren dürbünlere ve projektörlere ihtiyacı vardır. İnsanın kalp, kafa ve karakter gelişimini sağlayıcı, eğri ve kusurlarını gösterici ve ahlaki değerlerini hatırlatıcı dört önemli prensibi şu şekilde sıralamak mümkündür.

1. Manevi Rehber
İnsan, hayatını dizayn etmede kendine ışık tutacak, onu doğru yola sevkedecek, ona genel ve özel durumunu hatırlatacak, onu ‘kalbin zümrüt tepelerinde’ dolaştıracak, ahlaki gelişimini kontrol edecek, yerinde ihtar çekecek, kendisine bazı hakikatları hatırlatacak bir yol gösterici, manevi rehber yahut muallim bulmalı İnsanda iç kontrol çok mühimdir. Haliyle bunu sağlayıcı kontrol mekanizmalarının tesisi de elzemdir. İnsanın kendini bulması ve bilmesi mevzuunda, bir rehberi ve nasihatçisi olmazsa, kendi kendisine yetmeyeceği bir hakikattir. İnsana en yakın olan yine insanın kendisi olmasına rağmen o, eline iki ayna almayınca ense kökünü dahi göremeyecek kadar kendine yabancıdır. İnsanın kendini bilmesi ve iç alemini tanıması ise, onun bedenini bilmesinden çok daha zor ve karmaşıktır. Bu açıdan da insanın, kendini bulmaya ihtiyacı vardır”. Her insan kendine bir “model insan” bulmalı. Model insan olabilmek için de model insanlar gibi yaşamak gerekir.

İnsanın hayat yolculuğu elbette rehbersiz ve pusulasız düşünülemez. Zira, her insan hayat kanunlarına cahil olarak dünyaya gelir. Allah Resulü’nün (sas), "Ben insanlara muallim olarak gönderildim” ifadeleri, talim ve terbiyenin önemine ve insanın yaratılış ve yetiştirilmesindeki çok önemli bir maksada işaret etmektedır. Sağlıklı ve şahsiyetli fertler ve toplumlar hep bu rehberlerle yetişmiştir. Güzel ahlakı temsil etmiş insanları örnek alan ve önder kabul edenler, değişik falso ve fiyaskolara karşı da kendilerini muhafazaya almış sayılır.

2. Civanmert Dost

Güzel huyları kazanıp kötü huyları bertaraf etmede ve zikzaklardan kurtulup doğru yola girmede herkes için objektif olabilecek ikinci önemli husus ise iyi bir arkadaşın ve civanmert bir dostun seçilmesidir. İnsanın kendisine ayıplarını gösterecek, karanlık noktalarını aydınlatacak, eksiklik ve eğrilerini hatırlatacak, insanı doğru yöne sevkedecek, kötü ahlaktan sıyrılmasını sağlıyacak, kusur ve kabahatlerin içerisine girmekten kurtaracak, nasihatleri ile günahlardan uzak tutacak, yeri gelince ihtar edecek, telkinde bulunacak ve ikaz edebilecek bir hayırhahçısı, güvenilir bir nasihatçısı veya manevi danışmanı olmalı. Yetki ve kredi verilen civanmert dost, bireyin kusurlarının başında adeta bir polis, nöbetçi yahut bekçi gibi durur. Bu da seçilen arkadaşın çok önemli bir hususiyetini ortaya koymaktadır: İyi arkadaş gereken yerlerde bireye 'yasak' komutunu çekebilecek yetkiye haiz olmalıdır. Pürüzsüz ve arızasız bireye kusurlarını söyleyecek ve birey de pür dikkat dinleyecektir. Salahiyet verilen arkadaş, ferde kusur, ayıp ve eksikliklerini hatırlatmakla kendini sınırlamaz ve ferde aynı zamanda yaptığı iyilik ve güzelliklerini de gösterir, takdir ve tebrik eder.

Halk arasında bilindiği üzere, Kanuni Sultan Süleyman, yanında "Senden büyük Allah var, gururlanma Padişahım" diyen bir adam dolaştırırmış. Demek ki insan, hangi mevkide olursan olsun, doğruya götürücü, kendisine ders verici, kusurlarını, gaf ve günahlarını hatırlatıcı iyi bir arkadaşa ve sadık ve vefalı bir öğütcüye ihtiyacı vardır. Vefanın gereği, insan da kendisine kusurlarını gösterenden daima razı ve müteşekkir olmalı.

3. Sizin hakkınızda söylenilenler
Eğri ve büğrülerden kurtulmanın, kuruntu ve kaprislerden sıyrılmanın ve güzel ahlakı kazanmanın üçüncü önemli faktörü ise sizin hakkınızda söylenen sözlere değer verme ve o nisbette kendinizi muhasebeye çekmektir. Zira, insan eğer başkalarının kendi hakkında söylediklerine dikkat etmiyorsa kemale eremez. Bu tür sözler aslında sizi düzeltme adına yapılan çok önemli bir iyiliktir.

İnsan bu sözlere dikkat ederek kendine çeki düzen vermelidir ki muhtemel fiyasko ve falsolardan uzak durabilsin. Bu hususta insan kılı kırk yararcasına hassassiyet sergilemelidir.

4. Halkın İçerisinde Bulunma
Güzel ahlakı kazanmanın, kötü huy ve ahlaksızlığı gidermenin dördüncü faktörü, insanın evrensel değerleri öğrenebilmek ve kendindeki duyguları keşfedebilmek için cemiyetin ve halkın içerisinde bulunmasıdır. Halkın içinde bulunmak, gözümüze batan hususların ve küstahlıkların farkına varmamızı ve böylelikle o tip hatalı ve kusurlu davranış ve ahlaktan uzak durmamızı sağlar. İnsan, eksik ve yanlışlıklarını idrak ettiği nisbette, onları düzeltmeye koyulabilir. Halkın içine giren insan, güzel davranışın yanısıra her türlü rezaleti, nezaketsizliği ve cahilliği görür ve ürperir. “Ürktüm” deyip insanların içinde bulunmakla aldığı ve alacağı menfi ve müspet derslerle kendine çeki düzen verir. Ferdin, toplumun içerisinde gördüğü ve göreceği kusur ve ayıplar, onu bu tür eğrilerden ve kötü ahlaktan uzak tutacak ihtarlar mahiyetindedir. Bazen fert, sabit kanaatli olur ve bozuk bir plak gibi, bir şeye takılır kalır. Kendi doğru bildiği yanlış saplantıların ve kuruntuların peşinde koşar durur. İşte, böyle bir zan ve saplantıdan kurtulmanın yolu, toplum içinde kendini bilmek ve toplum potasında kendini eritmektir. Bu yönüyle toplum içerisinde bulunma, bir nevi ayna ve kirlerden temizleyen arıtma cihazıdır. Ruh ve kalp, bilgiyle doğru orantılı olarak olgunlaşmazsa, insan gülünç duruma düşer. Beraber yaşayarak, birbirimizden gördüğümüz nahoş hareketlere karşı nasıl davranmamız gerektiği hususunda dersler alırız. Toplumdan izole olmuş bir vaziyette hayatını idame edenler bu tür fırsat ve imkânlardan mahrum kalırlar.

Ayrıca, cemiyet içerisinde ortak akıl ve hedefler oluşturabilme ferdin büyüme ve gelişmesi için hayati öneme sahiptir. İyi bir toplum, ruh ve kalbi besleyen enzimler salgılar. Peygamber Efendimizin “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olandır” kaidesinden hareketle, insanlara faydalı olmak da ancak onların içinde yaşamakla mümkündür.

Netice
Günümüzde en çok ihtiyaç duyulan şey, ahlaklı ve karakterli insan ve toplumdur. İç bozukluğu, ciddiyetsizlik, kemalat noksanlığı ve şahsiyet zayıflığı gibi faktörler, bireyin ve etrafındaki insanların, ailesinin, kurumun ve toplumun gelişimi ve kalkınmasında engel teşkil ederler. Bu durumda yapılması gereken, kişinin kendini tanıma yolculuğuna çıkıp benlik bataklığından kurtulması ve iç-dış ahenk ve bütünlüğünü kurmasıdır. Bu da güzel ahlakı hatırlatıcı ilkelere dört elle sarılmakla mümkündür. Hiç kimsenin benlik çamuruna bulaşmamak gibi bir garantisi yoktur. Nefis bataklığı içine düşen ise boğulur ve yok olur gider.

Çünki insan bir fotoğraf gibi tek bir karede tesbit edilen/edilebilen bir varlık değildir. O büyüyen bir ağaç gibi her an yeni bir şekil almaktadır. Dolayısıyla insanın kendi ruh, idrak ve şuur ufku itibariyle kendiyle münasebettar olan hadiseleri gözlemlemesi ve yorumlaması gerekmektedir: “Bugün şöyle olumsuz bir hadise geçti başımdan, sebebi herhalde şu hatam idi. Veya şu davranışımdan dolayı böyle bir lutf-u İlahiye mazhar oldum. Liyakatim olmasa bile ihtimal Cenab-ı Hakk’ın marziyatına muvafıktı.” gibi düşünceler ile devamlı kendini mercek altında tutması gerekir. Ama burada şunu unutmamak lazım; bu muhasebeyi yaptığınız zaman dilimi de, yukarıda bahsini ettiğimiz bir kareden ibarettir ve bu durum bir saniye önce veya bir saniye sonrakinden farklıdır".

Ayrıca, kendimiz ve başkaları hakkındaki saplantı ve yargılarımızı değiştirir, musibet ve belalara karşı da bakışımızı Allah’la münasebetlendirebilirsek, düşüncelerimiz de Cenabı Hakk’ın yönlendirmesi ile değişmeye başlar. Düşüncelerin değişmesi hissettiklerimizi değiştirir; hislerin değişmesi de davranışlarımıza yansır. Hayattan hakiki lezzet alabilmek için güzel görmeli, güzel düşünmeli ki güzel davranışlar sergileyelim! Hissiyatımızın ise davranışlarımızın şekillenmesinde çok mühim tesiri vardır. Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de güzel hislerle bezenir ve etkin davranış sergiler. Davranışların olumlu yönde değişmesi, ilişki, üretim ve sonuçların kalitesini etkiler; kaliteli sonuçlar da hayatımızı değiştirir ve bereketlendirir, böylelikle ömür sermayemizi israf etmemiş oluruz...

Kaynaklar:

1. Sohbet-i Canan, (17.04.2003), Kendini Bil.

2. Aydın, S. “İnsan Benliğini Keşfetme Yolculuğunda...” Sızıntı, Haziran 2002. İstanbul.
3. Kerpeten, R. “Hayata Bakarken Görebildiklerimiz”, Sızıntı, Kasım 2003, İstanbul.

Gürkan ÇELİK Alıntı
 
Üst Alt