dost-semihbaba4125
Asteğmen
Kötülük yapanların af ve iyilikle ıslâh edilmesine dâir Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen en güzel misallerden biri, Yûsuf u’ın kardeşlerine olan muâmelesidir:
Yâkub u on iki oğlu içinden en çok Yûsuf u’da kendi mânevî husûsiyetlerini görmüş ve diğer çocuklarından ziyâde gönlü ona meyletmişti. Bu hâl, kardeşlerinde ona karşı kıskançlık duygularının filizlenmesine sebep olmuştu. Hattâ kardeşleri, Hazret-i Yûsuf’u öldürmeye karar verdiler ve onu bir kuyuya attılar.
Yûsuf u oradan geçmekte olan bir kervan vâsıtasıyla kuyudan kurtuldu. Fakat Mısır’a götürülüp köle olarak satıldı. Yaşadığı pek çok ağır imtihanın ardından, zaman içinde Mısır’ın hazîne nâzırlığına kadar yükseldi. Kıtlık yıllarında erzak dağıtıyordu. Kardeşleri de erzak istemeye geldi. Hazret-i Yûsuf, kendisinin kim olduğunu kardeşlerinden gizledi. Dilese, onlardan rahatlıkla intikam alabilecek durumdaydı. Fakat onları ne cezâlandırdı ne de azarladı. Bilâkis onlara sayısız iyilik ve ikramda bulundu.
MERHAMETLİLERİN EN MERHAMETLİSİ
Gördükleri bu fazîlet karşısında onlar da:
“–Sen Yûsuf’sun, Allah hakîkaten seni bizden üstün kılmış.” diyerek büyük bir mahcûbiyet içerisinde gerçeği îtiraf etmek mecbûriyetinde kaldılar. Yûsuf u da onlara bir başka fazîlet daha sergileyerek:
“Bugün size (eski yaptıklarınız sebebiyle) hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.” buyurdu.
Daha sonra da kardeşlerinin mahcûbiyetini hafifletmek için:
“–O zamanlar aramıza şeytan girdi.” diyerek fazîletini daha da perçinledi.
İşte asıl fazîlet, kişinin cezâlandırmaya muktedir olduğu bir durumda, âhirette ecrine nâil olmak niyetiyle, Allâh’ın kullarını affedebilmesidir.
İYİLİK VE İHSANDA BULUNMAK
Şahsî meselelerde öfkelenip intikam almak, nefsânî bir tatminkârlık ve güç gösterme vesîlesidir. Bu fırsat ve imkânı elde eden bir mü’minin af ve ihsanda bulunarak kendi kinini bastırabilmesi, müstesnâ bir ruh asâletinin muktezâsıdır. Zira intikam öfkesine kapılan birinin irâdesini dizginleyerek bundan vazgeçebilmesi çok zordur.
Hayat kitabının öfke faslı, bir fâcia tarihidir. Öfke, akıl nîmetinin devre dışı kaldığı geçici bir cinnet hâlidir. Öfkeyi dizginlemek için alınacak en güzel tedbir, af ve hilim gibi, ecri büyük fazîletlere sahip olmaktır. Bu yüksek irâde ve dirâyeti gösterebilen fazîletli mü’minleri, Rabbimiz şöyle müjdeler:
“Rabbinizin mağfiretine ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da muhsinleri (iyilik ve ihsan sahibi kullarını) sever.” (Âl-i İmrân, 133-134)
Yani mü’minin, şahsına karşı işlenen bir kötülüğe İslâm ahlâkıyla mukâbelesinde, tâkip etmesi gereken üç adım vardır: Önce öfkeyi yenmek, ikinci olarak affetmek, son olarak da iyilik ve ihsanda bulunmak…
Alıntı
Yâkub u on iki oğlu içinden en çok Yûsuf u’da kendi mânevî husûsiyetlerini görmüş ve diğer çocuklarından ziyâde gönlü ona meyletmişti. Bu hâl, kardeşlerinde ona karşı kıskançlık duygularının filizlenmesine sebep olmuştu. Hattâ kardeşleri, Hazret-i Yûsuf’u öldürmeye karar verdiler ve onu bir kuyuya attılar.
Yûsuf u oradan geçmekte olan bir kervan vâsıtasıyla kuyudan kurtuldu. Fakat Mısır’a götürülüp köle olarak satıldı. Yaşadığı pek çok ağır imtihanın ardından, zaman içinde Mısır’ın hazîne nâzırlığına kadar yükseldi. Kıtlık yıllarında erzak dağıtıyordu. Kardeşleri de erzak istemeye geldi. Hazret-i Yûsuf, kendisinin kim olduğunu kardeşlerinden gizledi. Dilese, onlardan rahatlıkla intikam alabilecek durumdaydı. Fakat onları ne cezâlandırdı ne de azarladı. Bilâkis onlara sayısız iyilik ve ikramda bulundu.
MERHAMETLİLERİN EN MERHAMETLİSİ
Gördükleri bu fazîlet karşısında onlar da:
“–Sen Yûsuf’sun, Allah hakîkaten seni bizden üstün kılmış.” diyerek büyük bir mahcûbiyet içerisinde gerçeği îtiraf etmek mecbûriyetinde kaldılar. Yûsuf u da onlara bir başka fazîlet daha sergileyerek:
“Bugün size (eski yaptıklarınız sebebiyle) hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.” buyurdu.
Daha sonra da kardeşlerinin mahcûbiyetini hafifletmek için:
“–O zamanlar aramıza şeytan girdi.” diyerek fazîletini daha da perçinledi.
İşte asıl fazîlet, kişinin cezâlandırmaya muktedir olduğu bir durumda, âhirette ecrine nâil olmak niyetiyle, Allâh’ın kullarını affedebilmesidir.
İYİLİK VE İHSANDA BULUNMAK
Şahsî meselelerde öfkelenip intikam almak, nefsânî bir tatminkârlık ve güç gösterme vesîlesidir. Bu fırsat ve imkânı elde eden bir mü’minin af ve ihsanda bulunarak kendi kinini bastırabilmesi, müstesnâ bir ruh asâletinin muktezâsıdır. Zira intikam öfkesine kapılan birinin irâdesini dizginleyerek bundan vazgeçebilmesi çok zordur.
Hayat kitabının öfke faslı, bir fâcia tarihidir. Öfke, akıl nîmetinin devre dışı kaldığı geçici bir cinnet hâlidir. Öfkeyi dizginlemek için alınacak en güzel tedbir, af ve hilim gibi, ecri büyük fazîletlere sahip olmaktır. Bu yüksek irâde ve dirâyeti gösterebilen fazîletli mü’minleri, Rabbimiz şöyle müjdeler:
“Rabbinizin mağfiretine ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da muhsinleri (iyilik ve ihsan sahibi kullarını) sever.” (Âl-i İmrân, 133-134)
Yani mü’minin, şahsına karşı işlenen bir kötülüğe İslâm ahlâkıyla mukâbelesinde, tâkip etmesi gereken üç adım vardır: Önce öfkeyi yenmek, ikinci olarak affetmek, son olarak da iyilik ve ihsanda bulunmak…
Alıntı