Ezan oldum dinmedim, bayrak oldum inmedim, şehit oldum ölmedim. Adım Müslüman soyadım Türk benim...
  • ULVİ HOCAM NURKUL HOCAM 4383 GÜN 12 YIL OLDU LÜTFEN GELİN SİZİ ÇOK ÖZLEDİK.. İlimyuvası Yönetim İletişim ilimyuvasi.com@gmail.com

Gazi'yi Tam Manada Anlamak

F@lsefe

Uzman Onbaşı
Atatürk'ü gerçek manada anlayabilmek için onun hayatına bakmak, neler yaptığını, neyi hangi düşünceyle yaptığını iyi analiz edebilmek gerekir. Onun düşünce ve devrimlerinin temelini araştırdığımızda, bunun her şeyden önce "tam bağımsızlık ve özgürlük" ihtiyacına dayandığı gerçeği karşımıza çıkmaktadır.

Atamızın "Kurtuluş Savaşı"yla vermiş olduğu büyük mücadelesi, genç Türk devleti için en acil ve önemli ihtiyacın, "tam bağımsız ve özgür bir cumhuriyet düzeni" olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Türk Milleti ile omuz omuza verdiği savaş, onun başka ülkelere bağımlı, adeta onların kuklası olmuş bir milletin zamanla tarih sahnesinden silineceğini bilmesinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir sona asla razı olmayan büyük önder Atatürk "Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Milli istiklal bence bir hayat meselesidir" demiş ve mücadelesine temel teşkil eden unsurlardan birini bu ifadesiyle dile getirmiştir.

Zihinlerde ve Sosyal Hayatta Çağdaş Reform Hareketleri

Atatürk'ün anladığı manada tam bağımsız yapı, sadece uluslararası hukuk içerisinde kağıt üzerindeki bir devleti öngörmüyordu. O, tam bagımsızlıkla, kendi kendine yetebilen, savunmasından, teknolojisine, tarımından, ekonomisine kadar her alanda dışarıya muhtaç olmadan, hiçbir ödün vermek zorunda kalmadan ayakta durabilen bir yapıyı kastediyordu. Ve bakın şöyle diyordu:

"İstiklal-i tam denildiği zaman, bittabi siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, arsi ve ilaahiri her hususta istiklal-i tam ve serbesti-i tam demektir. Bu saydıklarımın her hangi birinde istiklalden mahrumiyet, millet ve memleketin, manayı hakikisiyle istiklalinden mahrumiyet demektir."
Burada doğru anlaşılması gereken bir diğer nokta, Atatürk'ün çağdaş medeniyetler seviyesine çıkma ideali ve bu yöndeki direktiflerinin - kimilerinin sandığı gibi "batıya olan bir hayranlık"tan kaynaklandığıdır. Atatürk gayet iyi biliyordu ki, Türk milletinin refah içinde yaşayan, aydın, uygar bir millet olabilmesi için gerekli bilgi ve deneyim batı ülkelerindeydi. Batının teknolojik atağa kalktığı yıllarda ülke, koyu bir bağnazlık ve yönetim zaaflarıyla olduğu yerde saymıştı.
İşte böyle bir ortamda harekete geçen Atatürk, yeni cumhuriyeti kurduktan sonra hiç vakit kaybetmeden, ülkenin gelişmesini durduran bağnazlıklarla savaşa başlamış ve her biri devrim niteliğinde, toplumun yapısını tamamen değiştirmeye, uygar medeniyetler seviyesine ulaştırmaya yönelik köklü reform hareketlerini gerçekleştirmiştir. Günlük yaşayış ve sosyal hayatı düzenleyen sayısız reformu cesurca uygulamış ve gerekçesini söyle açıklamıştır:

"Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün mana ve şekliyle olgun bir topluluk haline getirmektir, inkılaplarımızın esas gayesi budur."
Atatürk'ün kişisel çabaları ve üstün dehasıyla Türk Milleti, kendi kimliğinden hiçbir ödün vermeden, o günün şartlarında inanılmaz bir hamle yararak adeta kabuk değiştirmiş ve bati medeniyetleri seviyesine doğru hızla yaklaşabilmiştir. Atatürk aydın, çağdaş, uygar bir Türkiye yaratma mücadelesinin gerekliliğini şu sözleriyle açıklamıştır.
"Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak hayat şartıdır. Bu yol üzerinde duranlar veya bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak cehalet ve gafletinde bulunanlar umumi medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkumdurlar."

Sanayileşmede Patlama
Önce zihinlerde bağnazlıkları kiran Atatürk, yukarıda, belirttiğimiz gibi ülkemizin güçlenmesi ve insanlarımızın refah içinde yaşayabilmesi için sanayileşmenin şart olduğuna inanmıştı.

Kendi toprağını süremeyen, kendi şekerini işleyemeyen, kendi demir-çeliğini üretemeyen kısacası her yönden dışa bağımlı kalmış bir ülkenin tam bağımsız olması elbette düşünülemezdi. Bu nedenle Atatürk'ün çağdaşlaşma hamlesinin önemli bir çıkış noktası sanayileşme hamlesi olmuştur. Ulu Önder bakin bu adimi nasıl değerlendiriyor:

"Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin, hür, müstakil daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiyeidealinin bel kemiğidir."
Oysa Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomik açıdan ülkenin durumu hiç de parlak değildi. Bir yandan savaşın yaraları sarılmalı, öte yandan da kalkınma gerçekleştirilmeliydi. Üstelik Lozan Anlaşmasının getirdiği sınırlamalar kalkınmanın önünde önemli birer engel olarak duruyordu.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen Atatürk'ün bizzat şekillendirdiği kalkınma hamlesiyle, 1923-1929 yılları arasında 8,5 gibi yüksek bir rakama ulaştı. Türk ekonomisinin lokomotif görevini uzun yıllar görecek dev ölçekli tesis ve işletmeler arka akaya kuruldu. 1933 yılında Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı ve planlı sanayileşmeye geçildi. Bu dönemde dünyada yaşanan büyük ekonomik buhrana rağmen yüzde 11.6 gibi oldukça yüksek bir sanayileşme hızı elde edildi. Böylesine önemli bir başarıya, ülkemizin zengin kaynakları ve halkımızın Atatürk'ün gösterdiği hedef ve ilkeler doğrultusunda fedakarca çalışmasıyla kısa zamanda ulaşıldı.


Milli ve Manevi Değerlerimizin Muhafazası

Atatürk, ülkemize yepyeni bir çehre kazandırıp tarihe geçen çağdaşlaşma hareketlerini gerçekleştirirken, bir noktayı daima göz önünde bulundurmuştur. O da Türk'ün kendi öz benliğini kaybetmeden, kendi kimliğini, kültürünü unutmadan yeniliklere adapte olabilmesi, onları kendi milli kültürü içinde sindirebilmesidir. Aksi bir durumun milletimizi içten içe çürüteceğini bilen Atatürk, Türk milletini millet yapan unsurları; tarihini, dilini, dinini yani kısaca kültürünü her zaman yaşatacak köklü tedbirler almıştır:

"Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin."
diyen Atatürk, Türk Dil ve Tarih Kurumu'nun kurulmasına öncülük etmiştir. Milli benliğimizin önemli bir parçası olan dilimizin ve tarihimizin kökenine inilerek araştırılmasını, bunların bilimsel bir temel oturtularak daha da geliştirilmesini ve sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde ulaşmasını sağlamıştır.

Laik devleti kurup savunurken, dinin önemini ve dine saygısını vurgulamış diğer yandan Türk milletinin vicdan, din ve ibadet özgürlüğünün sağlamış ve korumuştur.

"Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletin devamına imkan yoktur."
diyerek dinin milletimizin sürekliliğini sağlayacak önemli bir unsur olduğuna dikkat çekmiş ve "en mükemmel din" dediği İslam dinini milletimizin en doğru şekilde yaşaması yönünde çalışmıştır. Bu doğrultuda Kuran'ın Türkçeleştirilmesini sağlamış ve halkın dinin özüne dönmesinde ilk adımları atmıştır.


Atatürkçülüğe Sarılmak

Atatürk'ün gerek sosyal gerekse ekonomik alanda yapmış olduğu bütün bu reformlarla ölmekte olan bir millet adeta yeniden doğmuştur. Içindeki coşkun vatan sevgisi ve her zaman yokluk içinde dahi başarıyı hedefleyen "Kuvayi Milliye Ruhu", yukarıda da açıkladığımız üzere, ülkeye önce askeri sonra da sosyal ve ekonomik alanlarda birçok zaferler kazandırmıştır.

Atatürk, ülke sorunlarını çözerken daima aklın ve ilmin gereklerine göre hareket etmiştir. Olaylari geniş ve detaylı düşünmüş, basit hedefler peşinde değil, gelecek nesilleri bile rahat ve huzur içinde yaşatacak köklü çözümler peşinde olmuştur. Her zaman vatanın ve milletin menfaatlerini gözetmiştir.

Bugün, vatanın ve milletin hayrı adına yola çıkanlardan, yalnızca Atatürk'ün açtığı yolda yürüyenlerin başarıya ulaştıkları da üzerinde durulması gereken bir gerçektir. Ülkemizin meselelerine en gerçekçi yaklaşımlar ve üretilen en sağlıklı çözümler, yine Atatürk'ün çizdiği çerçevede şekillenmektedir. Bu tablo, Atatürk'ün üstün dehasını, ileri görüşlülüğünün yanı sıra, sorunlara ne derece akılcı yaklaştığını göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir.

Atatürk'ün belki de en önemli vasfı bir eylem insanı olmasıdır. Yani düşündüklerini sadece lafta bırakmaması, onu gerçekleştirmek için derhal harekete geçip ortaya somut bir şeyler koymuş olmasıdır. O halde biz Atatürkçülere düşen, önderimizin fikir ve düşüncelerini eksiksiz olarak uygulamak ve başta gençlik olmak üzere tüm halkımızın bu bilince sahip olması için çalışmaktır.

Bu nedenle Atatürk'ü anlamak, onu sadece birtakım süslü sözlerle övmek değil, onun fikir ve düşüncelerini eyleme geçirebilmek, Atatürkçülüge sarılmaktır.
 
Üst Alt