Ezan oldum dinmedim, bayrak oldum inmedim, şehit oldum ölmedim. Adım Müslüman soyadım Türk benim...
  • ULVİ HOCAM NURKUL HOCAM 3700 GÜN 10 YIL OLDU LÜTFEN GELİN SİZİ ÇOK ÖZLEDİK.. İlimyuvası Yönetim İletişim ilimyuvasi.com@gmail.com

Gazi Ömer Ateş

F@lsefe

Uzman Onbaşı
GAZİ ÖMER ATEŞ

Yaş:109 Sakarya Muharebesinde Süvariydi.Avanos-Özkonak’ta Mevlüt Özden Vakfı Huzurevi’nde yaşıyor

Avanos, Özkonak Beldesi’nde bulunan Mevlüt Özden Vakfı Huzurevi’ndeyiz. Hicri 1316 (Miladi 1898) doğumlu Gazi Ömer Ateş, nüfus kağıdının dört yaşındayken çıkarıldığını söylüyor. Bu hesaba göre tam 109 yaşında. Biz görüşemeden hayata veda eden Avanoslu Gazi Hüseyin Zorlu’yu tanıyıp tanımadığını sorduk, ”O daha dünkü çocuk” dedi kahkahalar içinde. Belli ki öldüğünden haberi yoktu, biz de söylemedik.

Huzurevinde üç yıldır kalıyor. Altı çocuğu, 46 torunu, üç de torun torunu var. Eşi, akranları tek tek bu dünyayı terkedince Ürgüp’te yapayalnız kalmış.Görme ve işitme duyularında yavaş yavaş zayıflama başlayınca yalnızlığı derinleşmiş. Bütün gününü ya evde ya da evin küçük bahçesinde geçirir olmuş.Bunun üzerine küçük ama çok bakımlı bir hastanenin bahçesinde kurulmuş bulunan bu huzurevine yerleşmeye karar vermiş Çocukları bu fikrini pek hoş karşılamamış ama ısrarlarına dayanamayıp isteğini yerine getirmek zorunda kalmışlar.

Huzurevinin genç müdürü Gülçin Obalı onun etrafında pervane. Canlı ve esprili kişiliğiyle tanınan Gazi Ömer Ateş, tüm personel tarafından çok seviliyor. Çocukları neredeyse her gün ziyaretine geliyor

BANA RÜZGAR SÜVARİ DERLERDİ

Zamanında Ürgüp’teki evinin kapısı herkese açıkmış. Cömertliği ve misafirperverliğiyle ünlüymüş. Bizi buyur eder etmez, hemen birini çağırıp, ”Taa İstanbul’lardan çıkıp gelmişler. Bak bakalım ne içerler” diyor. Çayları içmeden de anlatmaya başlamıyor.

Gazi Ömer Ateş Ürgüp’te doğuyor. Orta Anadolu’nun sayılı tüccarlarından biri olan Babası Hacı Abdullah Bey, bölgede çok sevilen bir zat. Ömer Ateş, Kurtuluş Savaşı başlamadan bir yıl önce orduya katılıyor. Kapadokya’da yetiştiği için küçüklüğünden beri at sürermiş. Bu yüzden süvari birliğine alınmış. Süvari birliğinde Erzurumlu bir arkadaşı varmış, adı Rüstem. Memleketinde cirit yaptığı için Rüstem de çok iyi ata binermiş.Bir müddet sonra orduya katılan acemi askerleri bu iki arkadaş eğitmeye başlamış. ”At üstünde savaşmayı Rüstem’den öğrendim. Rüstem çok şakacıydı. Komutanları, doktorları taklit ederdi. Ufak tefek bir adamdı ama ata bindiğinde Hazreti Ali gibi olurdu” diye yad ediyor arkadaşını.

Sakarya Meydan Savaşı’na katılmak için cephenin yolunu tutmuş. Bilecik üstünden dağ yollarını izleyerek Sakarya’ya vardıklarını, Geyve Boğazı’nda ormanlık bir alanda mevzilendiklerini hatırlıyor. Mevzilendikleri tarihi günü gününe not düşmüş aklına: 22 Ağustos 1921.

Bu sırada ordunun büyük bir bölümü 22 gün ve gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesi’nin içindeymiş. Mevzilendikleri dağ geçidinden gü nlerce yaralıların Ankara yakınlarındaki hastanelere taşındığını görmüşler. Bu sırada cephedeki kadınlar dikkatini çekmiş genç askerin: ” Onları görünce önceleri çok şaşırdım. Yaralıları tedavi ediyor, sırtlarında taşıyorlardı. Yaralı askerlerin taşındığı atların terkisinden tutan da kağnı arabalarının önünde giden de onlardı. Yaralıları götürdükleri arabalarla, birkaç gün sonra cephane yüküyle geri dönüyorlardı.” Yaklaşık on gün kadar savaş meydanına inecekleri saati beklemeye koyulmuşlar. Erzurumlu Rüstem de Sakarya’da tam üç kurşun, dört de süngü yarası almış ama hayatta kalmayı başarmış. Ömer,tedavi gördüğü sahra hastanesinde ziyarete gittiğinde Erzurumlu Rüstem ona, ”Düşlerimde şehit olan komutanlarımızı görüyorum. Hani taklitlerini yapıyordum ya işte onları görüyorum durmadan” diye göz yaşı döküyormuş. Rüstem iyileşmiş. Terhisten sonra memleketine dönmüş. İki dava arkadaşı uzun yıllar görüşmeye devam etmiş. 20 sene önce Erzurumlu Rüstem ölünceye kadar.

Gazi Ömer, konuşmamızın bir yerinde gözlerini gözlerime dikerek, ”Evlat” dedi, ”Son günlerde sık sık Nizam’ı, Rüstem’i görüyorum rüyaları mda. Üçümüz de tıpkı eski günlerdeki gibi at sırtındayız. Bir geçide kadar ilerliyoruz. Onlar gidiyor ben kalıyorum. Nizam bana dönüp, ‘Hadi Rüzgar Süvari, seni bekliyoruz’ diyor. Demek ki benim de günüm yaklaşıyor. Yeniden ata binecek ve onların arasına katılacağım, bunu çok iyi biliyorum.”

Vedalaşırken ”Başkomutan beni ziyarete gelecekmiş dediler ama nedense gelmedi” diyor. Huzurevinin müdiresi Gülçin Hanım kulağıma eğilerek, Son günlerde sürekli Başkomutan’ı bekliyor. Keşke bir komutan şöyle üniformalarıyla burayı ziyarete gelse. O kadar mutlu olacak ki anlatamam diye mesajını iletiyor.

Kürt beyinin oğlu ve sevda mektupları

Onbaşı Ömer Ateş’in savaş yıllarında okuma yazması yokmuş, mektuplarını yakın arkadaşı Nizamettin Çavuş kaleme alırmış:

”Nizam, Siverekli Kürt Beyleri’nden birinin oğluydu. Ben söylerdim o yazardı. Nağmeleri döktürürken etrafımızda toplanan askerlerin gözleri dolardı.’ Çünkü Ömer mektup yazamazmış ama ezberinde yüzlerce şiir ve mani varmış.Çavuş Nizamettin de sevdiği kıza yazacağı mektubun satırlarını Ömer’in ince üslubuyla yıkarmış. Tam hatırında değil ama yüze yakın mektuba şiirsel bir ruh katmış.

Bir gün Nizamettin Çavuş, mektupları tek tek toplayıp ertesi gün posta birliğine ulaştırmak için çantasına koymuş.Ama sabaha karşı taarruz emri alınca mektuplar çavuşun çantasında kalmış. Muharebenin bir yerinde Yunan askerleri kuşatmış. Attan inip süngü savaşına başlamışlar. Birlikteki tüm askerler ölmüş geriye sadece Nizamettin Çavuş’la Ömer Onbaşı kalmış:

”Kürt Nizamettin’le sırt sırta verip süngü harbine giriştik. Bu sırada destek geldi, bizimkiler Yunanlıları önlerine katıp kovaladıklarında Nizam’la yapışmış gibi sırt sırta durmaya devam ediyorduk. Sonra ben çekildim. Ama sırtımı ondan ayırdığımda Nizam’ın hiç kıpırdamadan ayakta kaldığını fark ettim. Barut dumanlarının ve sislerin arasında öylece duruyordu. Gözleri açık, gülümsüyordu. Ona seslendim ama beni duymadı. Yaklaşıp elimle dokundum. Bir kavak gibi devrildi sırt üstü. O zaman, göğsünden kasıklarına kadar süngü yarası almış ve öylece ayakta ölmüş olduğunu anladım. Mektup çantasını omuzundan aldım. Dua etmeye bile vakit bulamadan, düşmanı kovalayan birliklerimize katıldım.Taarruz bitip de zafer ilan edilene kadar çantayı yanımdan hiç eksik etmedim. Sonra da posta birliğine vererek o son veda mektuplarının yerine ulaşmasını sağladım. Düşmanla çarpışırken sırtımda yüce dağlar gibi duran Nizam’ın, ayakta ölürken gülümseyen yüzünü hiç unutmadım.”
 
Üst Alt