Bana maneviyattaki yerimi makamımı soruyorlar. Söyleyeyim Rab'bimin Takdir Ettiği yerdeyim. Ne bir adım önde, nede bir adım gerideyim. Kul olmaya çalışırım Rab'bime bana kulluğunu Nasip Etsin diye dua eden bir zavallı bir dilenciyim. Ben ancak Dua edebilirim. şeytan değilim ki üstünlük güdeyim, ben toppraktan Yaratıldım, oda topraktan Yaratıldı ben üstünüm diyeyim. Şeytandan akılsız değilimki şeytanın yapmadığını yapayım, ben ilmimle Meleklerin hocalığına yükseldim ben üstünüm diyeyim. Şeytandan akılsız değilimki şeytanın yapmadığını yapayım, ben ibadetimle Meleklerin Duasına mazhar oldum, Melekler Katına çekildim, Rab'bimle konuştum diyeyim, şeytandan akılsız değilimki şeytanın yuapmadığını yapayım, ben takvamla Maneviyata duçar oldum, Rab'bimin huzuruna ölmeden önce çıktım, Rab'bimle diriyken konuştum diyeyim. Şeytandan akılsız değilimki şeyhim evliyayım, kutbum, gavsım, müceddidim diyerek diğer insanlara üstünlük ilan edeyim. Şeytandan akılsız değilimki kendimiyhaşa Allah'ın yeryüzü bakanı gibi göstereyim.
Hiçbir makamım yoktur benim, ne şeyhim, ne evliyayım, ne kutbum, nede gavsım.
Allah'tan kulluğunu dilenen Rab'bine dilenci bir zavallıyım ben.
Farkındayım ömrüm ibadetle geçse Rab'bim Takdir etmezse boştur, şeytan bunun örneğiydi.
Farkındayım ne kimseden üstünüm ne kimse benden üstün. Rab2bimin üstün diye takdir ettiği üstün. O zaman ne kimseye şeyhlik evliyalık, kutupluk satar ben daha üstünüm derim. Nede Allah benle konuşuyormuş gibi Allah'ın bana ve karşımdakine takdirini biliyormuş gibi hareket ederim.
Veysel Karani'den Dua isteyen Hz. Ömer ve Hz. Ali benim örneğim.
..................................................................................
Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre, Allah’ın Resulü ashabıyla birlikte iken kendisine şöyle dedi: “Yarın cennet ehlinden biri seninle birlikte namaz kılacak.” Ebu Hureyre şöyle anlatıyor:
Bu kişiyi görmek için büyük bir istek duydum. Böylece gidip Resulallah’ın (sav) arkasında namaz kıldım ve herkes çıkıncaya kadar mescidde bekledim. O sırada kara bir adam öne doğru geldi. Tek parça bir giysiye sarınmış ve üzerine de yamalı bir cübbe giymişti. Yaklaşıp, Resulallah’ın elini öptü ve şöyle dedi: “Ya Resulallah, benim için dua et” ve Resulallah onun için dua etti. Daha sonra, kendisine şöyle sordum: “Bu, sözünü ettiğiniz kişi miydi?” “Evet,” diye karşılık verdi Resulallah ve şunu ekledi: “o bir köle..” “Niçin onu satın alıp azad etmediniz?” diye sordum. Resulallah şöyle cevap verdi: “Eğer Allah onu cennetin sultanlarından biri yapmak istiyorsa, bunu nasıl yapabilirim! Ya Ebu Hureyre, bilmelisin ki cennet ehlinin önderleri ve sultanları vardır ve bu kara adam da onlardan biri oldu. Ya Ebu Hureyre, Allahu Teala mahlukatından inançlı, kimsenin bilmediği ve masum olanları; saçı dağınık, yüzü tozlu, azıcık kazancıyla midesi boş olanları; sultanlarla konuşmak için izin istediğinde geri çevrilenleri; kendisine rahat ve kolay bir yaşam sunacak bir kız verildiğinde evlenmeyenleri; olmadığında aranıp sorulmayan ve orada bulunduğunda davet olunmayanları; ortaya çıktığında hiç kimsenin bundan memnuniyet duymadığı, hasta olduğunda hiç kimsenin ziyaret etmediği ve öldüğünde hiç kimsenin öldüğünü görmediği kimseleri sever.” Ashab şöyle sordu: “Ya Resulallah, böylesi bir adamı nasıl tanıyabiliriz?” Resulallah şöyle cevap verdi: “Veysel Karanî böyle biridir.” “Veysel Karanî kimdir?” diye sordular. “Kara gözlü, kızıl tenli, geniş omuzlu, orta boylu, sert derili, çenesi göğsünde, gözleri secde yerine dikilmiş, sağ eli sol eli üzerine yerleşmiş, Kur’an okuyan ve zorluklara sabreden bir kişidir. Sadece lime lime olmuş iki giysisi vardır, böylelikle hiç kimse ona aldırış etmez. Yünden giysisine bürünmüş olarak yeryüzünde bilinmez ama cennette bilinir, çünkü eğer Allah adına yemin ederse, Allah onun yeminlerini doğru kılar. Sol omzunun altında beyaz bir parlaklık vardır. Kıyamet günü Allah’ın kullarına “Cennete girin” denecek ve Veysel Karanî’ye “dur ve şefaat et” denilecektir ve Allah onu Rabia ve Mudar kabileleri kadarınca insan için şefaat edici kılacaktır. Ey Ömer ve Ali, eğer onunla karşılaşacak olursanız, sizin için Allah’a dua etmesini isteyin ve Allah sizi bağışlayacaktır.”
Böylece Ömer ve Ali on yıl boyunca Veysel Karanî’yi aradılar ve onu Ömer’in (ra) vefat ettiği yılın sonuna kadar bulamadılar. O yıl, Ali ayakta durdu ve yüksek bir sesle, “Ey Yemenli hacılar! Aranızda Murad’dan Veysel adında birisi var mı?” diye seslendi. Sonra uzun sakallı yaşlı bir adam öne doğru çıktı ve şöyle dedi: “Benim bir yeğenimin adı Veysel’dir. Ama o sizin huzurunuza çağırılmaya değmeyecek kadar yoksul ve itibarsız biridir. Develerimizi güdüyor ve o baktığımız kimselerden biridir.”
Ömer, ilgisiz görünmeye çalışarak, “Senin bu yeğenin nerededir? Nerede bulunuyor?” diye sordu. “Arafat Dağı’nın eteğinde” diye karşılık verdi yaşlı adam.
Böylece Ömer ve Ali hemen bineklerine binip, Arafat’a gittiler. Orada, çevresinde develer otlar halde, bir ağacın yanında namaza durmuş olarak Veysel Karanî’yi buldular. Eşeklerini bağlayıp ona doğru yaklaştılar ve “Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun” dediler. Ve Veysel Karanî, namazını çabuklaştırarak, “Ve Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun” dedi.
Veysel Karanî namazını bitirince Ömer, “Sen kimsin?” diye sordu.
Veysel Karanî, “bir deve çobanıyım ve bazı kimseler için çalışıyorum,” karşılığını verdi.
“Biz senin deve çobanı veya bir işçi olup olmadığını sormuyoruz,” dediler, “biz senin adını bilmek istiyoruz.”
Veysel Karanî, “Abdullah” dedi.
“Evet, biliyoruz ki, yerdeki ve göklerdeki kişilerin hepsi Allah’ın kullarıdır. Ama, annenin sana verdiği isim ne?”
“İkiniz benden ne istiyorsunuz?” diye sordu.
Şöyle cevap verdiler: “Muhammed (sav) Veysel Karanî’yi bize tarif etti. Senin koyu tenini farkettik. Aynı zamanda bize sol omzunun altında ışıldayan beyaz bir nokta olduğunu bildirdi. Bize onu göster. Eğer oradaysa, sen o kişisin.”
Omzunu açtığında, ışıldayan deri parçasını gördüler. Kendisini öpüp şöyle dediler: “Şahadet ederiz ki, sen Veysel Karanî’sin. Bizim için Allah’a dua et ve O bizi bağışlayacak.”
“Dualarımda nefsimi veya mümin olan hiçbir Âdemoğlunu, ister karada ister denizde olsun, ister erkek ister kadın olsun kayırmam. Allah benim işimi size bildirdi. Ama siz kimsiniz?”
Ali şöyle cevap verdi: “Bu adam, Müminlerin Emiri Ömer’dir ve ben Ali ibn Ebu Talib’im.”
Veysel Karanî ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Allah’ın selamı ve rahmeti ve bereketi üzerine olsun, ey Müminlerin Emiri ve aynısı senin için de Ali ibn Ebu Talib. Bu ümmet için Allah size güzel ecirler versin.”
Onlar da, “Ve senin nefsin için Allah sana güzel ecirler versin” dediler. Ve Ömer şunları ekledi: “Ben Mekke’ye gidip bir hediye ve birkaç giysi getirinceye kadar burada bekle. Aynı yerde tekrar buluşalım.”
“Ey Müminlerin Emiri,” dedi Veysel Karanî, “seninle benim aramda herhangi bir buluşma olamaz. Bugünden sonra beni tanıyabilir misin bilmiyorum. Ben hediyeyi ne yapayım? Ben giysiyi ne yapayım? Görmüyor musun, bir kumaş parçası ve yünden bir hırka giyiyorum. Ne zaman eskiyecek ve yıpranacaklar? Görmüyor musun ki, ayakkabılarımı onarıyorum. O halde ne zaman eskiyecekler? Deve çobanı olarak işimin karşılığında dört dirhem alıyorum, ama onları ne zaman harcayacağım? Ey Müminlerin Emiri, seninle benim aramda tırmanılamayacak kadar sarp bir yol var.”
Ömer bu sözleri işittiğinde sarığını yere fırlattı ve yüksek sesle haykırdı: “Allah’tan dilerdim ki Ömer’in anası Ömer’i hiç doğurmamış olaydı. Allah’tan dilerdim ki kısır olaydı ya da hamileyken beni düşüreydi.”
Hiçbir makamım yoktur benim, ne şeyhim, ne evliyayım, ne kutbum, nede gavsım.
Allah'tan kulluğunu dilenen Rab'bine dilenci bir zavallıyım ben.
Farkındayım ömrüm ibadetle geçse Rab'bim Takdir etmezse boştur, şeytan bunun örneğiydi.
Farkındayım ne kimseden üstünüm ne kimse benden üstün. Rab2bimin üstün diye takdir ettiği üstün. O zaman ne kimseye şeyhlik evliyalık, kutupluk satar ben daha üstünüm derim. Nede Allah benle konuşuyormuş gibi Allah'ın bana ve karşımdakine takdirini biliyormuş gibi hareket ederim.
Veysel Karani'den Dua isteyen Hz. Ömer ve Hz. Ali benim örneğim.
..................................................................................
Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre, Allah’ın Resulü ashabıyla birlikte iken kendisine şöyle dedi: “Yarın cennet ehlinden biri seninle birlikte namaz kılacak.” Ebu Hureyre şöyle anlatıyor:
Bu kişiyi görmek için büyük bir istek duydum. Böylece gidip Resulallah’ın (sav) arkasında namaz kıldım ve herkes çıkıncaya kadar mescidde bekledim. O sırada kara bir adam öne doğru geldi. Tek parça bir giysiye sarınmış ve üzerine de yamalı bir cübbe giymişti. Yaklaşıp, Resulallah’ın elini öptü ve şöyle dedi: “Ya Resulallah, benim için dua et” ve Resulallah onun için dua etti. Daha sonra, kendisine şöyle sordum: “Bu, sözünü ettiğiniz kişi miydi?” “Evet,” diye karşılık verdi Resulallah ve şunu ekledi: “o bir köle..” “Niçin onu satın alıp azad etmediniz?” diye sordum. Resulallah şöyle cevap verdi: “Eğer Allah onu cennetin sultanlarından biri yapmak istiyorsa, bunu nasıl yapabilirim! Ya Ebu Hureyre, bilmelisin ki cennet ehlinin önderleri ve sultanları vardır ve bu kara adam da onlardan biri oldu. Ya Ebu Hureyre, Allahu Teala mahlukatından inançlı, kimsenin bilmediği ve masum olanları; saçı dağınık, yüzü tozlu, azıcık kazancıyla midesi boş olanları; sultanlarla konuşmak için izin istediğinde geri çevrilenleri; kendisine rahat ve kolay bir yaşam sunacak bir kız verildiğinde evlenmeyenleri; olmadığında aranıp sorulmayan ve orada bulunduğunda davet olunmayanları; ortaya çıktığında hiç kimsenin bundan memnuniyet duymadığı, hasta olduğunda hiç kimsenin ziyaret etmediği ve öldüğünde hiç kimsenin öldüğünü görmediği kimseleri sever.” Ashab şöyle sordu: “Ya Resulallah, böylesi bir adamı nasıl tanıyabiliriz?” Resulallah şöyle cevap verdi: “Veysel Karanî böyle biridir.” “Veysel Karanî kimdir?” diye sordular. “Kara gözlü, kızıl tenli, geniş omuzlu, orta boylu, sert derili, çenesi göğsünde, gözleri secde yerine dikilmiş, sağ eli sol eli üzerine yerleşmiş, Kur’an okuyan ve zorluklara sabreden bir kişidir. Sadece lime lime olmuş iki giysisi vardır, böylelikle hiç kimse ona aldırış etmez. Yünden giysisine bürünmüş olarak yeryüzünde bilinmez ama cennette bilinir, çünkü eğer Allah adına yemin ederse, Allah onun yeminlerini doğru kılar. Sol omzunun altında beyaz bir parlaklık vardır. Kıyamet günü Allah’ın kullarına “Cennete girin” denecek ve Veysel Karanî’ye “dur ve şefaat et” denilecektir ve Allah onu Rabia ve Mudar kabileleri kadarınca insan için şefaat edici kılacaktır. Ey Ömer ve Ali, eğer onunla karşılaşacak olursanız, sizin için Allah’a dua etmesini isteyin ve Allah sizi bağışlayacaktır.”
Böylece Ömer ve Ali on yıl boyunca Veysel Karanî’yi aradılar ve onu Ömer’in (ra) vefat ettiği yılın sonuna kadar bulamadılar. O yıl, Ali ayakta durdu ve yüksek bir sesle, “Ey Yemenli hacılar! Aranızda Murad’dan Veysel adında birisi var mı?” diye seslendi. Sonra uzun sakallı yaşlı bir adam öne doğru çıktı ve şöyle dedi: “Benim bir yeğenimin adı Veysel’dir. Ama o sizin huzurunuza çağırılmaya değmeyecek kadar yoksul ve itibarsız biridir. Develerimizi güdüyor ve o baktığımız kimselerden biridir.”
Ömer, ilgisiz görünmeye çalışarak, “Senin bu yeğenin nerededir? Nerede bulunuyor?” diye sordu. “Arafat Dağı’nın eteğinde” diye karşılık verdi yaşlı adam.
Böylece Ömer ve Ali hemen bineklerine binip, Arafat’a gittiler. Orada, çevresinde develer otlar halde, bir ağacın yanında namaza durmuş olarak Veysel Karanî’yi buldular. Eşeklerini bağlayıp ona doğru yaklaştılar ve “Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun” dediler. Ve Veysel Karanî, namazını çabuklaştırarak, “Ve Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun” dedi.
Veysel Karanî namazını bitirince Ömer, “Sen kimsin?” diye sordu.
Veysel Karanî, “bir deve çobanıyım ve bazı kimseler için çalışıyorum,” karşılığını verdi.
“Biz senin deve çobanı veya bir işçi olup olmadığını sormuyoruz,” dediler, “biz senin adını bilmek istiyoruz.”
Veysel Karanî, “Abdullah” dedi.
“Evet, biliyoruz ki, yerdeki ve göklerdeki kişilerin hepsi Allah’ın kullarıdır. Ama, annenin sana verdiği isim ne?”
“İkiniz benden ne istiyorsunuz?” diye sordu.
Şöyle cevap verdiler: “Muhammed (sav) Veysel Karanî’yi bize tarif etti. Senin koyu tenini farkettik. Aynı zamanda bize sol omzunun altında ışıldayan beyaz bir nokta olduğunu bildirdi. Bize onu göster. Eğer oradaysa, sen o kişisin.”
Omzunu açtığında, ışıldayan deri parçasını gördüler. Kendisini öpüp şöyle dediler: “Şahadet ederiz ki, sen Veysel Karanî’sin. Bizim için Allah’a dua et ve O bizi bağışlayacak.”
“Dualarımda nefsimi veya mümin olan hiçbir Âdemoğlunu, ister karada ister denizde olsun, ister erkek ister kadın olsun kayırmam. Allah benim işimi size bildirdi. Ama siz kimsiniz?”
Ali şöyle cevap verdi: “Bu adam, Müminlerin Emiri Ömer’dir ve ben Ali ibn Ebu Talib’im.”
Veysel Karanî ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Allah’ın selamı ve rahmeti ve bereketi üzerine olsun, ey Müminlerin Emiri ve aynısı senin için de Ali ibn Ebu Talib. Bu ümmet için Allah size güzel ecirler versin.”
Onlar da, “Ve senin nefsin için Allah sana güzel ecirler versin” dediler. Ve Ömer şunları ekledi: “Ben Mekke’ye gidip bir hediye ve birkaç giysi getirinceye kadar burada bekle. Aynı yerde tekrar buluşalım.”
“Ey Müminlerin Emiri,” dedi Veysel Karanî, “seninle benim aramda herhangi bir buluşma olamaz. Bugünden sonra beni tanıyabilir misin bilmiyorum. Ben hediyeyi ne yapayım? Ben giysiyi ne yapayım? Görmüyor musun, bir kumaş parçası ve yünden bir hırka giyiyorum. Ne zaman eskiyecek ve yıpranacaklar? Görmüyor musun ki, ayakkabılarımı onarıyorum. O halde ne zaman eskiyecekler? Deve çobanı olarak işimin karşılığında dört dirhem alıyorum, ama onları ne zaman harcayacağım? Ey Müminlerin Emiri, seninle benim aramda tırmanılamayacak kadar sarp bir yol var.”
Ömer bu sözleri işittiğinde sarığını yere fırlattı ve yüksek sesle haykırdı: “Allah’tan dilerdim ki Ömer’in anası Ömer’i hiç doğurmamış olaydı. Allah’tan dilerdim ki kısır olaydı ya da hamileyken beni düşüreydi.”