Ezan oldum dinmedim, bayrak oldum inmedim, şehit oldum ölmedim. Adım Müslüman soyadım Türk benim...
  • ULVİ HOCAM NURKUL HOCAM 3700 GÜN 10 YIL OLDU LÜTFEN GELİN SİZİ ÇOK ÖZLEDİK.. İlimyuvası Yönetim İletişim ilimyuvasi.com@gmail.com

Anadolu’nun destanlara sığmayan anaları

Anadolu’nun destanlara sığmayan anaları

Bir ak saçlı nine var, şehittir iki oğlu, Ona kim rast gelirse yanık bir seste sorsun: Niçin, ak saçlı ninem, gözlerin yasla dolu, Niçin doğan güneşe bakarak ağlıyordu ?

îki oğlumdan biri Kafkas'ta cenk ederken Şehit oldu, gömüldü vatan topraklarına. Bir deniz harbinde de, bir şafak vakti, erken Bahriyeli yavrumu aldı sular bağrına!

Bu vatanın suyunda, toprağında hakkım var, Onlara oğlum derim, dağılır gizli derdim. Yanlız bu güzel hava beni nedense boğar: Bir oğlum daha olsa göklere nezr ederdim.

Ana Kimdir ?

Ne güzel söylemiş büyük mütefekkir Abdülfettah Şahin ananın tarifini: "Fâniler arasında en muazzez varlıktır ana. O, yeryüzünde dolaşırken gökteki bir baş ve Cennet de ayaklarının altındadır. Pabucunun tozu gözlere sürme ka*dar aziz ve ayaklarına sürülen yüzler, arş eşiğindeki başlar kadar yücedir. Ana inleyen varlıktır. Bütün bir hayat boyu inleyen ve sızlayan..."

Evet, ney sesi gibi inleyen ve sızlayan analarımız... Evladı*nı, doğum sancısından başlayıp, binbir çile ile civan gibi bir de*likanlı olasıya kadar büyütüp vatan için yâdellere uğurlayana kadar inleyen analarımız...

Hele bizim analarımız., bizim analarımız... Çile ve ızdırabın saçlarını apak ettiği eli nasırlı, Cennet kokulu analarımız...

Minarelerin yıkılıp ezan sesinin susma tehlikesi söz konusu olduğunda elindeki biricik yongasını da cepheye uğurlayan ve tek öküzü olan kağnısının boş kalan boyunduruğuna geçip, cephe cephe cephane taşıyıp da böğründeki dirgen acısını Kevser Kevser yudumlayan analarımız...

Son Karakol'un her yerini kara bulutlar kaplayıp vatan toprağının al kanlara boyandığı demlerde mazgallara gülle, si*perlere su, Mehmetçiklere şifa taşıyan analarımız...

Tazecik koçyiğit yavrusunu ıraklardan ırak beldelere: "Ar*kadan vurulursan sütümü sana helâl etmem" diyerek yedi düvelle çarpışmaya gönderen ve ardında da:

"Bura Yemen 'dir, Gülü çemendir] Giden gelmiyor, Acep nedendir? Acep nedendir?" diye ağıtlar yakan fazilete uyanık analarımız...

Nice baharlar doğurduğu ve nice sonbaharlar al kanlı men*diliyle şehadet haberini aldığı, ama bağrına taş basıp bir kez ol*sun "Mezar taşı var mı?" diye sormayan gözleri ceyhun anala*rımız...

Bıyıklan terliyesiye kadar bir siyanet meleği gibi görüp gö*zettiği yavrusunu Çanakkale'ye destan yazmaya gönderen ana*larımız...

Ve nice zaman sonra da, bu biricik yiğidinin ölümsüzlüğe erdiği muştusunu aldığında, hemencecik abdestlenip, iki rekat şükür namazına duran ve nasırlı ellerini gökkubbeye doğrultup "Elhamdülillah, şehit anası oldum!" diyerek semânın sakinlerini gözyaşlarına boğan analarımız...

Gün gelip de devrin hükümetinin, yetim kalmış torunlarının beşiklerini şehadet ninnileriyle sallayan bu kimsesiz analarımıza maaş bağlamak aklına geldiğinde: "Ben ikinci âlemde şehit evlâdımın şefaatini bekliyorum! Bu beklentiye menfaat göl*gesi düşürmekten Allah'a sığınırım!" diyerek müstağni kal*masını bilen iman âbidesi analarımız...

Evet bu aziz topraklar bize, evladının ellerini kınalayıp; mu*kaddeslerine, vatanına ve namusuna kurban olsun diye asker ocağına uğurlayan mavera soluklu analarımızın armağanıdır.

Gerçek değerini kametine uygun olarak ortaya koyamadı*ğıma inandığım bu kırık dökük girişten sonra, destanlara sığ*mayacak kadar büyük beş vak'a ile bu şefkat kahramanı anala*rımızı zihinlerimize kazıyalım isterseniz:

"Sögüt'ün Akgünlü Köyü'nden Mehmet Oğlu Hüseyin"
Yıl 1915, yağmurlu ve serin bir sonbahar gecesi... Çanak*kale Savaşı kazanılmış fakat milletin harim-i ismetine el uzat*mak isteyen bakışı bulanmış yedi düvelle harp bütün şiddetiyle devam etmektedir.

Bir zamanlar yedi iklime dal budak salarak "Devlet-i ebed-müddet" namıyla buyruk yürüten Osmanlı'nın kök şehri Bile*cik bu defa başka bir faaliyete sahne olmaktadır.

Bıyıklan yeni terlemiş yağız delikanlılar istasyonda vagon*lara doluşarak, "yurdunu alçaklara çiğnetmemek" için frenk işgalcileri ile yaka paça olma hazırlığındadırlar.

Trenin kalkışı için kampana çalınmış, istasyon hareketlenmiştir. Bu arada sık sık çakan şimşekler, istasyonun bir köşesinde dimdik ayakta duran yaşlı bir Türk anasının âbideleşmiş siluetini nazara vermektedir. Yağmura ve soğuğa aldırış etme*den orada bir sütun gibi bekleyen bu kadının hâli kumandan Abdülkadir Bey'in dikkatini ve hürmetini celbeder. Bir koşu ya*nına gidip bir isteği olup olmadığını sorunca ihtiyar kadın, bir tekmil verme edası içinde "Söğüt’ün Akgünlü köyünden Mehmed oğlu Hüseyin "in anası olduğunu ve aslanını selametlemeye geldiğini söyler.

Kumandan, yüzünde sanki asırların çilesi bulunan bu mü*barek ananın duasını alabilmek için Hüseyin'ine haber yollatır. Çağrıldığını öğrenen genç delikanlı hemen seğirterek anasının haritalaşmış mübarek ellerine sarılır.

Çileli ana, ciğerparesini paralarcasına bağrına son bir kez daha basıp koklar ve ardından, tarihin durup dinlediği şu sözle*ri söyler:

"Hüseyi’nim, yiğit oğlum benim.,. Dayın Şıpka'da, ba*ban Dömeke'de, ağaların sekiz ay evvel Çanakkale'de şehit düştüler. Bak, son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, camilerin kandilleri sönecekse sütüm sana ha*ram olsun, öl de köye dönme!.

Yolun Şıpka'ya uğrarsa dayının ruhuna bir fatiha oku*mayı da unutma/ Haydi oğul Allah yolunu açık etsin."

Bu sözler, bir Türk anasının hayatta kalan son evlâdına nasihatidir.

Komutan, bu şuur âbidesi kadının sözleri karşısında dona*kalır. Gayr-i ihtiyarî sorar: "Demek sizin ailenin erkekleri hep şehit oldular, öyle mi?"

Başımıza taç yapacağımız ihtiyar ananın şu cevabı ise ko*mutan Abdülkadir Bey'in iliklerine işleyecek kadar ibretlidir:

"Yalnız bizim ailenin değil oğul, bizim köyün mezarlığına elli yıldır delikanlı gömülmedi. Vatan sağolsun da, biz hepimiz ölelim ne çıkar?.."

Tarihe Sığmayan Analar

Aziz vatanımızın gök kubbesine felaket üstüne felaketin çöreklendiği kan ve barut kokulu günlerden biridir.

Bıyıkları terlememiş delikanlılardan al yazmalı gelinlere, ak alınlı ak yaşmaklı ninelerden, ak sakallı polat sîneli dedelere ka*dar milletin herbir ferdi, vatanları uğruna canını fedaya ant iç*miş, "Hakk'ın va'dedeceği günlerin" doğmasını beklemekte*dirler.

İşte böyle günlerin birinde kulağımıza, uzaktan bir kağnı gıcırtısı duyulur. Sanki tekerlekler "mabedinin göğsüne na*mahrem eli değmesin" diye inim inim inlemektedirler. İnebo*lu yakınlarında çocuğunu yorganına sarmış bir ana, nasırdan katmanlaşmış çıplak ayaklarıyla toprağa mukaddes izler bıraka bıraka, üzeri mermi yüklü kağnısını çekerek ağır aksak ilerle*mektedir.

Hiçbir ressamın tablolaştıramayacağı bu eşsiz manzara sa*atlerce böyle akadursun, rahmet damlaları, istikbalin bahar to*murcuklarını müjdelercesine sağanak halini almıştır. Bu defa tablo daha da eşsizleşir; anamız, kucağındaki mini mini yavru*sunu sarıp sarmaladığı yorganı bir çırpıda çekip almış, ıslanma*sın diye mermilerin üzerine binbir itina ile örtüvermiştir. Bu ne şuurdur, bu ne imandır Allahım!

Islanıp perişan olmasınlar diye, melekler kanatlarını ger*mek için birbirleriyle yarıştılar mı bilemiyorum ama, bu destan kahramanı ana, saatler sonra gecenin zifiri karanlığında Ilgaz’da köhne bir hana ulaşır.

Neden sonra bir zaif el, hanın kapısını yumruklar ve yor*gun bir ses titreşir: "Açın kapıyı/.."

Az sonra han sahibi içeriden ses verir: "Yer yoook"

Ardından tarihe sığmayacak bir mânâ ifade eden titrek ses tekrar yalvarır: "Ben çocuğumla dışarıda da yatarım... Tek siz mermileri içeri alın!"

İşte Millî Mücadele'de tarih yapan mehmetçiği doğuran bu analardır.

Yürek Dayanmayan Sahneler

"Ezelden beri hür yaşamış" Anadolu insanına, ingilizlerin kışkırtmalarıyla esaret zinciri vurmaya kalkışan Yunan çılgınla*rı, pis çizmeleri ile Garbî Anadolu'nun temiz sinesine ayak bas*tığı günlerdir.

Nice ocakları söndüre söndüre ilerleyen bu Helen çocukla*rı, Domaniç'ten, Sultan dağlarından, Kütahya üzerine doğru yürümektedirler. İnegöl halkı da yediden yetmişe kadar silah*lanmış, silah bulamayanlar da taş, odun ve demirlerle mukad*des yurdunu korumaya yeminleşmişlerdir.

O sırada Domaniç dağlannda bir aziz ana da, yirmi yıl bü*tün bir gençliğini harcayarak büyütüp yetiştirdiği ciğerparesi*nin eline baba yadigan silahını tutuşturur ve düşmanla yaka-paça olması için İnegöl'e uğurlar.

Ne yazık ki, dağdan inen bu saf köylü çocuğu, bize hıya*net eden bir jandarma onbaşısının oyuncağı olur ve yaptığı işin kötülüğünü farketmeden düşmana haber taşıma gafletinde bu*lunur.

Günler geçip de köyünde oğlunu, yurdunun kurtuluşu için dua ederek bekleyen bu talihsiz anaya acı haberi çekine çekine deyiverirler:

"Oğlun düşmana casusluk etti!.."

Büyük kadın deprem olmuş gibi sarsılır., kaddi bükülür. Başı dumanlanmıştır. Bir anlık duraklamadan sonra, silahını kuşandığı gibi atına binerek yollara düşer. Kuytu ormanlar ve yalçın kayalar asarak yıldırım hızı ile İnegöl'e ayak basar. Araya sora oğlunu demir parmaklıklar arasında bulur ve vazifelilere oğlunu görmek istediğini söyler.

Az sonra, anasının gelişine sevinen zavallı genç, elini öp*mek üzere koşa koşa anasına doğru yaklaşırken atının üstünde bir iman âbidesi gibi bekleyen ana, kara feracesinin yeninde sakladığı silahını tereddüt etmeden ciğerparesine doğrultup te*tikler ve biricik ümit tomurcuğunu kanlar içinde yere seriverir. Evladı dahi olsa vatana ihanet cezasız kalmamalıdır.

içinde naşı! fırtınalar koptu bilemeyiz ama, dışına birşey aksettirmeyen bu kahır yüklü ana, atını mahmuzladığı gibi ka*sırga hızıyla ufukta kaybolup sırtara karışır.

Şeydiler Köyü'nden Bir Kadın

Millî Mücadele bir milletin ölüm kalım savaşının adıdır. Bu ölüm kalım savaşında Anadolu insanı, yediden yetmişine; asır*lardır ezan sesiyle yoğrulmuş bu güzel topraklan 'düşman pos*tallarına çiğnetmemek için cansiperane mücadele vererek bir diriliş destanı yazarlar.

Bu, bayrağımızın gül renginin soldurulmaması mücadele*sinde, hamuru yiğitlik mayası ile yoğrulmuş milletin içinden ad*ları Mehmetçik, Ayşecik, Fatmacık olan nice isimsiz kahra*manlar görürüz.

Bu "Bir hilâl uğruna nice güneşlerin batıp, toprağın şü*heda fışkırdığı" kasvetli günlerin birinde Anadolu fıkır fıkır kaynamakta ve her yanda hummalı bir faaliyet göze çarpmak*tadır. Ak saçlı ihtiyarından bıyığı terlememiş eli silah tutan ço*cuklara kadar herkes cephededir. Tek bir gaye vardır; Alpars*lan'ın sanlı Malazgirt zaferiyle Müslümanlaşan bu mübarek top*raklan kafir çizmesine çiğnetmemek! Fakat bu iş çetin mi çe*tindir; kan, ter ve gözyaşı istemektedir.

işte bu herkesin takatine göre bir işi sırtladığı yokluklar Anadolu'sunda adsız, namsız fakat semanın sakinlerin ismini ezbere bildikleri bir anamız da çelimsizliğine ve güçsüzlüğüne bakmadan durup dinlenme bilmeksizin oradan oraya cephane taşımaktadır.

Ve günlerden bir gün, Kastamonu ilinin askerî kışlasında soğuk mu soğuk bir gecenin sabahında "kalk" emriyle uyanan askerler müthiş bir manzara ile karşılaşırlar. Bu aziz kadın, dı*şarıda ellerini semaya doğru kaldırmış sanki dua eder vaziyette " kımıldamadan öylece durmaktadır. Hayret! Sabahın donduru*cu ayazında bu kadın ne yapmaktadır? Birkaç asker, kadına, içeri girmesini söylemek için yanına gittiklerinde ürpertici gerçeği müşahede ederler. Elleri havada, insanın içini delen bakışlarıya ufka dalmış bu aziz kadın, kendi üzerine örtmesi gereken yorganını, arabadaki cephanelere bir-şey olmasın diye onların üzerine örtmüş ve kendi de donarak Öylece heykelleşmiştir.

Daha sonra soruşturdular "kimdir bu kadın?" diye. Fakat ne ismi vardı, ne lâkabı... Ancak "Şeydiler Köyü'nden bir kadın!" olduğunu bitebildiler ve nice kutlu isimsizler gibi onu da, toprağın bağrına öylece emanet ettiler.

isimsiz kahramanlar zincirinin ortak adı olan Mehmetçik gibi o ve onun gibi âbide kadınlar da, kan ter içinde cephe cephe koşarak yırtınıp dövündüler ve sonra da hizmetlerinin ücretini almadan ve arkalarında binbir bahar tomurcuğu eke*rek, meçhul bir Ayşecik, bir Fatmacık olarak çekip gittiler.

Fazilete Uyanmış Fedakâr Bir Ana

1917 ihtilaliyle milyonlarca kafatasının üzerine bina edilen vahşi komünizm rejiminin uçsuz bucaksız kuzey topraklarına yayıldığı günlerdir.

Stalin canavarı henüz iş başında ve Türk ırkından olanlara anlatılması asla mümkün olmayan bir ideolojik savaşın örnekle*rini vererek hayvanlara taş çıkartan vahşet manzaraları sergile*mektedir.

işte böyle insanlık ufkunun karardığı günlerin birinde, hudud vilayetlerimizin birinde vali olarak vazife yapan, Mülkiye Müfettişi Cemal Bey'in kapısı gece yansı jandarma tarafından acı acı çalınır.

Pürtelaş dışarı fırlayan Cemal Bey, karşısındaki Mehmetçikten; yansı Rus, yansı Türk topraklarında bulunan bir köy*den, bir Türk kadının iltica ettiğini ve geri göndermek hususun*da gösterilen bütün ısrarları reddederek muhakkak kendisiyle görüşmek istediğini öğrenir.

Çaresiz, bu perişan vaziyetteki kadını valinin huzuruna ge*tirirler ve zavallı kadıncağız, bitkin bir vaziyette Cemal Bey'in ayaklarına kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başlar. Hıçkırıklar içindeki kadının anlattıkları, zavallıyı teskin et*meye çalışan Cemal Bey'in kulaklarında yankılanmaya başla*yınca Cemal Beyin kadına olan hayranlık ve hürmeti kat be kat artar.

Bu, din ve millet şuuruyla yoğrulmuş kutlu ana hamiledir ve yedi aydır dağlarda saklanıp ot yiyerek vakit geçirip hamile*liğini saklamış ve doğuma birkaç gün kala, sıyanet kanatlarını gereceklerine inandığı Türk sınırını geçmiştir.

Biricik arzusu, yavrusunu Türk topraklarında dünyaya geti*rip devlet makamlarına teslim ettikten sonra geri gitmektir. Çünkü Öte tarafta doğuracak olursa yavrusu zorla elinden alı*nıp Rus müesseselerine teslim edilerek dininden ve milliyetin*den bihaber yetiştirilecektir.

Bu yüreği yanık ananın feryadına can dayanacak gibi de*ğildir ve vali bey mukaddes bir vazife addettiği bu himaye işini yerine getirmekte kusur göstermez.

Gerçekten de bir haftaya kalmadan nur topu gibi evlat dünyaya getiren bu faziletli ana, doyasıya koklayıp bağnna basamadığı oğlunu devlet yetkililerine teslim eder ve gözü yaşlı fakat gönlü sürûrlu bir vaziyette sınırın ötesindeki köyüne geri döner.8

Evet bu başyüce millet, kaç asırlık Kutlu Çınar'ın gölgesi altında başı Himalayalar kadar ulu, gönlü kevserler kadar duru nice analar yetiştirmiş ve yetiştirmeye devam etmektedir.

Dün evlatlarını maddî cihad için, gönül koymadan cephe*lere uğurlayan aziz analarımız, bugün de hasretlerini ninni ya*parak ciğerparelerini manevî cihad için cihanın dört bir yanına ikinci dirilişin tohumlannı atmaya göndermektedirler.

Ne mutlu bu şefkat kahramanlarına![3]
 
Üst Alt