Akıl: İnsana Allah tarafından verilen düşünme, anlama, tedbir alma hassasıdır.[1] Akıl: İnsanı diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu kılan temyiz gücü, düşünme ve anlama melekesi[2] Vicdan: kalple hissetmekten ibaret bir çeşit duygudur. Vicdan kalpte olan gizli bir histir ki iyilik etmekten lezzet alır, kötülükten de rahatsız olur. Ayrıca vicdan iyi ile kötüyü fark eder ki kötü bir şey yaptığımızda “bunu vicdanım kabul etmedi”[3] deriz. Vicdan: İç duygusu, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırma duygusu.[4] İnsan, fıtratının ve yaratılışının gereği olarak mücerret (soyut) kavramlarla iç içedir. Bunlar, insan hayatında her zaman göze çarpar. Başta ruh olmak üzere vicdan, kalp, hayal, nefis vb. manevi duygu ve latifeler bizi çepeçevre kuşatarak bütün benliğimize tesir eder.
İnsan, maddi ve manevi yönden mükemmel ilahi bir sanat eseridir. İnsan, maddi yönünden ziyade maneviyata daha fazla muhtaçtır. Çünkü ebedi ve sonsuz saadet (mutluluk) uhrevi inançlarımızın zenginliği ile mümkündür. Buna göre akıl ve vicdan muhasebesi günlük hayatın seyri içerisinde bizi fazlasıyla meşgul eden iki kavramdır. Mesela “Vicdanım razı olmadı, Din ve vicdan hürriyeti, Aklı-ı selim, insanları diğer varlıklara karşı üstün kılan akıl nimetidir” vb. sözleri günlük konuşmalarımızda sık sık kullanırız.
Vicdan kalple alakalıdır ki bu, dinin tezahürüdür. Akıl; pozitiftir, fennidir, deneylerle ve tecrübelerle ortaya çıkan neticeleri kabul eder. Biri mücerret, diğeri müşahhas olarak her iki kavram birbirlerini tamamlar. İnsan madem ki maddi beden ve manevi latifelerden yaratılmış bir sanat eseridir. Bu bağlamda her iki yönde çalışarak yaratıcısı olan Allah’a yaklaşmalı ve O’na layık bir kul olabilmenin yollarını aramalıdır. İnsana yaratıcı tarafından takılmış maddi ve manevi latifeler, duygular ve istidatlar işletilmezse körelmeye mahkumdur.
İnsan eğitimine yön veren, insanların vicdanına ışık saçan ve onları aydınlatan dini ilimlerdir. Aklın ışığı ve nuru, fen ve pozitif ilimlerdir. İkisinin bir araya gelmesiyle hakikat ortaya çıkar. İnsan fıtratı ve yaratılışı ikisini de içine alır. İnsan eğitiminde temel olan, eğitimin mahiyetini ve hakikatini gösteren ideal insan tipi din ve fen ilimlerini iktiza eder. İnsan bir bütündür. Bu bütünlük onun biyolojik vücut ve maneviyatı ile ilgilidir. Eğitim de bu bütünlük içinde görülmelidir. Dini ve akli ilimleri birlikte verirsek eğitimde hedeflenen mükemmel bir insan modelini de kazanmış oluruz. Bugün milletler, ideal bir insan elde edebilmek noktasında eğitim için büyük masraflar ve yatırımlar yapmaktadırlar.
Dini, vicdanlardan koparırsak ve sadece akli ilimlere yönelirsek o insan fitne, fesat sahibi ve bozguncu olur. Vicdansızlığın neticesi olarak her türlü fenalığı, kötülüğü işlemekten geri durmaz, günah ve suç işlemeyi meşru görür. Bu kimseler, ictima-i (sosyal) hayat içerisinde öldürücü bir zehir olurlar. Anarşi her tarafı sarar, hayat yaşanmaz hale gelir. İlim tahsilindeki talebeler, bilhassa genç delikanlılar maneviyat boşluğunu başka sahalarda doldurmaya çalışıyorlar. Fakat inanç ve maneviyatın haricinde olan bu alanların hiç birisi bu yaralara merhem olamaz. Din eğitimi de verilmeyince kalp ve vicdan hastalıkları şifa bulmaz. Kalp ve vicdan yarası ancak ve ancak iman telkiniyle tedavi edilebilir. Geçmişte de bunların acılarını çok masraflı ve yüklü bir faturayla ödedik. Bir de bunun aksini ele alırsak yani tamamen dini ilimlere yönelerek fen ve pozitif ilimleri bırakırsak taassupkar bir tavır takınırız. Körü körüne inatla teknik icatlardan habersiz hayatımızı geçirmek mecburiyetinde kalırız. Bilgisayar ve uzay çağı gibi teknolojinin hızla geliştiği bir devirde ilim ve fene kulaklarımızı tıkarız ki bu da cehalete gark olmaktır.
Osmanlının yükselme dönemi, akıl ve vicdan ikilisinin muhteşem bir zaferidir. Akli ve dini ilimlerin beraberce okutulduğu eğitim müesseseleri devrin en yüksek eğitim kurumlarıydı. Akıl ilim ve irfan ile, kalp de manevi bir haz ve huzur ile dolmuştu. Akıl ve vicdan tam bir uyum ve ahenk içindeydi. Maalesef bu ahenk tablosunu doya doya seyredemedik. Osmanlının son döneminde akli ve dini ilimlerin mutlu kardeşliği sonradan yara aldı. İçlerine sokulmuş bir fesat yüzünden mi bilmiyoruz; akıl ve vicdan, eğitimde birbirine ters düştü. Fenlerin okutulduğu mektepler medreseye, manevi ilimlerin ta’lim edildiği medreseler de mekteplere düşman oldu. Biri ifrat (aşırı) gitmekle diğeri de tefrit yapmakla (geride kalmakla) ilmi hakikati gösterememişlerdir.
Cumhuriyet döneminde İmam Hatip Liseleri dini ve ilmi tahsille münevver din görevlisi yetiştirerek halkımızın aydınlatılması gayesiyle tedrisata açılmıştır. Bu gayesine göre İmam hatipler uzun zamandan beri vazifelerini hakkıyla yapmışlardır. Yüksek İslam Enstitüsü, İlahiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Liseleri gibi eğitim müesseseleri akli ve dini ilimlerin beraberce tahsil edildiği eğitim kurumlarıdır. Akıl ve vicdan birbiriyle çatışmadan kardeşçe bu dini eğitim kurumlarında beraberlik içindedirler. Kültür dersleri ilmen tahsil edilirken Dini programlar da okulda ve meslek tatbikatıyla cami, minber ve kürsülerde halen devam etmektedir.
Yukarıda bahsedilen hakikatlerde sadece eğitim modelleri değil toplumun kültürel şartları, basın-yayın ve medyanın da çok büyük rolü vardır. Fena ve menfi bir çevrenin toplumdaki bütün kesimlere –bilhassa gençlere- büyük darbeleri olmuştur. Bu darbelerde akıl ve vicdanımızda tamiri imkansız derecede hastalık ve yaralara sebebiyet vermiştir. Bazı çevreler iman ve ahlak sayesinde bu bataklık çamurundan cemiyetimizi kurtarmaya çalışırken bazıları da bu felaketi daima körüklemektedir.
Avrupa’dan gelen kültür akımlarına toplumumuz hazırlıksız yakalandı. Toplumumuz, milli kültürümüzü kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu mesele, hepimizi düşündüren ciddi bir problemdir. Bu konuda yine de büsbütün ümitlerimizi yitirmedik. Çünkü dinimizin temeli olan iman, ibadet ve güzel ahlak sayesinde cemiyetimiz kaybettiği milli ve manevi değerleri tekrar kazanabilir. Milletimiz dinde ileri olduğu gibi teknolojik noktalarda bile Avrupa’nın tekniğine meydan okuyabilecek derecede ileri gidebilir. Bu yükseliş de toplumumuzun cehd ve gayretiyle paraleldir.
Millet olarak teknik ve fenni ilimlerle aklımızı, dini ilimlerle vicdanımızı doldurarak vatanımıza hizmet şuuru ile ortaya çıkarsak başarılı olunamayacak ve üstesinden gelinmeyecek hiçbir mesele kalmaz. Milletimiz bizden çok hizmetler bekliyor. Bu ümitleri boşa çıkarmak hakkımız değildir. Bunun içindir ki hizmet noktasında çok ileri gitmiş gayretli nesiller olarak vicdanımızın sesini dinlemeliyiz. Toplumumuzun içinde bulunduğu maddi ve manevi sıkıntıları göğüslemek için akıl ve vicdanlara hakkıyla hitap ederek cevval bir irade ve azim içerisinde bulunmalıyız.
--------------------------------------------------------------------------------
İnsan, maddi ve manevi yönden mükemmel ilahi bir sanat eseridir. İnsan, maddi yönünden ziyade maneviyata daha fazla muhtaçtır. Çünkü ebedi ve sonsuz saadet (mutluluk) uhrevi inançlarımızın zenginliği ile mümkündür. Buna göre akıl ve vicdan muhasebesi günlük hayatın seyri içerisinde bizi fazlasıyla meşgul eden iki kavramdır. Mesela “Vicdanım razı olmadı, Din ve vicdan hürriyeti, Aklı-ı selim, insanları diğer varlıklara karşı üstün kılan akıl nimetidir” vb. sözleri günlük konuşmalarımızda sık sık kullanırız.
Vicdan kalple alakalıdır ki bu, dinin tezahürüdür. Akıl; pozitiftir, fennidir, deneylerle ve tecrübelerle ortaya çıkan neticeleri kabul eder. Biri mücerret, diğeri müşahhas olarak her iki kavram birbirlerini tamamlar. İnsan madem ki maddi beden ve manevi latifelerden yaratılmış bir sanat eseridir. Bu bağlamda her iki yönde çalışarak yaratıcısı olan Allah’a yaklaşmalı ve O’na layık bir kul olabilmenin yollarını aramalıdır. İnsana yaratıcı tarafından takılmış maddi ve manevi latifeler, duygular ve istidatlar işletilmezse körelmeye mahkumdur.
İnsan eğitimine yön veren, insanların vicdanına ışık saçan ve onları aydınlatan dini ilimlerdir. Aklın ışığı ve nuru, fen ve pozitif ilimlerdir. İkisinin bir araya gelmesiyle hakikat ortaya çıkar. İnsan fıtratı ve yaratılışı ikisini de içine alır. İnsan eğitiminde temel olan, eğitimin mahiyetini ve hakikatini gösteren ideal insan tipi din ve fen ilimlerini iktiza eder. İnsan bir bütündür. Bu bütünlük onun biyolojik vücut ve maneviyatı ile ilgilidir. Eğitim de bu bütünlük içinde görülmelidir. Dini ve akli ilimleri birlikte verirsek eğitimde hedeflenen mükemmel bir insan modelini de kazanmış oluruz. Bugün milletler, ideal bir insan elde edebilmek noktasında eğitim için büyük masraflar ve yatırımlar yapmaktadırlar.
Dini, vicdanlardan koparırsak ve sadece akli ilimlere yönelirsek o insan fitne, fesat sahibi ve bozguncu olur. Vicdansızlığın neticesi olarak her türlü fenalığı, kötülüğü işlemekten geri durmaz, günah ve suç işlemeyi meşru görür. Bu kimseler, ictima-i (sosyal) hayat içerisinde öldürücü bir zehir olurlar. Anarşi her tarafı sarar, hayat yaşanmaz hale gelir. İlim tahsilindeki talebeler, bilhassa genç delikanlılar maneviyat boşluğunu başka sahalarda doldurmaya çalışıyorlar. Fakat inanç ve maneviyatın haricinde olan bu alanların hiç birisi bu yaralara merhem olamaz. Din eğitimi de verilmeyince kalp ve vicdan hastalıkları şifa bulmaz. Kalp ve vicdan yarası ancak ve ancak iman telkiniyle tedavi edilebilir. Geçmişte de bunların acılarını çok masraflı ve yüklü bir faturayla ödedik. Bir de bunun aksini ele alırsak yani tamamen dini ilimlere yönelerek fen ve pozitif ilimleri bırakırsak taassupkar bir tavır takınırız. Körü körüne inatla teknik icatlardan habersiz hayatımızı geçirmek mecburiyetinde kalırız. Bilgisayar ve uzay çağı gibi teknolojinin hızla geliştiği bir devirde ilim ve fene kulaklarımızı tıkarız ki bu da cehalete gark olmaktır.
Osmanlının yükselme dönemi, akıl ve vicdan ikilisinin muhteşem bir zaferidir. Akli ve dini ilimlerin beraberce okutulduğu eğitim müesseseleri devrin en yüksek eğitim kurumlarıydı. Akıl ilim ve irfan ile, kalp de manevi bir haz ve huzur ile dolmuştu. Akıl ve vicdan tam bir uyum ve ahenk içindeydi. Maalesef bu ahenk tablosunu doya doya seyredemedik. Osmanlının son döneminde akli ve dini ilimlerin mutlu kardeşliği sonradan yara aldı. İçlerine sokulmuş bir fesat yüzünden mi bilmiyoruz; akıl ve vicdan, eğitimde birbirine ters düştü. Fenlerin okutulduğu mektepler medreseye, manevi ilimlerin ta’lim edildiği medreseler de mekteplere düşman oldu. Biri ifrat (aşırı) gitmekle diğeri de tefrit yapmakla (geride kalmakla) ilmi hakikati gösterememişlerdir.
Cumhuriyet döneminde İmam Hatip Liseleri dini ve ilmi tahsille münevver din görevlisi yetiştirerek halkımızın aydınlatılması gayesiyle tedrisata açılmıştır. Bu gayesine göre İmam hatipler uzun zamandan beri vazifelerini hakkıyla yapmışlardır. Yüksek İslam Enstitüsü, İlahiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Liseleri gibi eğitim müesseseleri akli ve dini ilimlerin beraberce tahsil edildiği eğitim kurumlarıdır. Akıl ve vicdan birbiriyle çatışmadan kardeşçe bu dini eğitim kurumlarında beraberlik içindedirler. Kültür dersleri ilmen tahsil edilirken Dini programlar da okulda ve meslek tatbikatıyla cami, minber ve kürsülerde halen devam etmektedir.
Yukarıda bahsedilen hakikatlerde sadece eğitim modelleri değil toplumun kültürel şartları, basın-yayın ve medyanın da çok büyük rolü vardır. Fena ve menfi bir çevrenin toplumdaki bütün kesimlere –bilhassa gençlere- büyük darbeleri olmuştur. Bu darbelerde akıl ve vicdanımızda tamiri imkansız derecede hastalık ve yaralara sebebiyet vermiştir. Bazı çevreler iman ve ahlak sayesinde bu bataklık çamurundan cemiyetimizi kurtarmaya çalışırken bazıları da bu felaketi daima körüklemektedir.
Avrupa’dan gelen kültür akımlarına toplumumuz hazırlıksız yakalandı. Toplumumuz, milli kültürümüzü kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu mesele, hepimizi düşündüren ciddi bir problemdir. Bu konuda yine de büsbütün ümitlerimizi yitirmedik. Çünkü dinimizin temeli olan iman, ibadet ve güzel ahlak sayesinde cemiyetimiz kaybettiği milli ve manevi değerleri tekrar kazanabilir. Milletimiz dinde ileri olduğu gibi teknolojik noktalarda bile Avrupa’nın tekniğine meydan okuyabilecek derecede ileri gidebilir. Bu yükseliş de toplumumuzun cehd ve gayretiyle paraleldir.
Millet olarak teknik ve fenni ilimlerle aklımızı, dini ilimlerle vicdanımızı doldurarak vatanımıza hizmet şuuru ile ortaya çıkarsak başarılı olunamayacak ve üstesinden gelinmeyecek hiçbir mesele kalmaz. Milletimiz bizden çok hizmetler bekliyor. Bu ümitleri boşa çıkarmak hakkımız değildir. Bunun içindir ki hizmet noktasında çok ileri gitmiş gayretli nesiller olarak vicdanımızın sesini dinlemeliyiz. Toplumumuzun içinde bulunduğu maddi ve manevi sıkıntıları göğüslemek için akıl ve vicdanlara hakkıyla hitap ederek cevval bir irade ve azim içerisinde bulunmalıyız.
--------------------------------------------------------------------------------